büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.


''Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.'' -Mustafa Kemal Atatürk

2 Kasım 2014 Pazar

Size Özel

Troll olmayı komiklik sanıp, salağa yatarak
komik olduğunu sanan ruh hastası
bir nesil yetişiyor.
Bu durum jenerasyon değişikliğinin bu kadar hızlı
olabileceğini tahmin edemeyen biz ''eski kafa''lara her ne kadar
zor gelse de, bahsettiğimiz nesle göre sıradan ve normal gözüküyor.
Kusura bakmayın,
hiç de normal değil. Normal derecede anormal.
İşin kötüsü, aptallığı normal gören gençlik
ne kadar aciz olduğunun farkında değil.
Birinin yakalarından tutup silkeleyerek kendine getirmesi,
bu durumu kökten düzeltmesi gerek.
Muhtemelen önümüzdeki 10-15 yıl
şimdikilerin yenisi, geleceğin eskileri için psikolojik bir savaşla geçecek.
Düzeltilmesi gereken gelecekte olacaklar değil,
şu an yaptıklarıdır.
İlgi orospuluğunun bu kadar tavan yaptığı,
karşılıksız iyiliğin sıfıra indiği başka bir zaman daha yoktur.
En verimli yıllarını odasında iç savaş yaşayarak geçiren bir
gençlikten yaptırım beklemek akıl tutulmasıdır.
Zira,
''Yarram'' kelimesini en yakın arkadaşına hitaben kullanmayı yadırgamayan bir gençlik var.
Cümlesinden ''Amk'' kelimesini eksik etmeyen çözülememiş bir kafa var ortada.
Yayvanlıkla gelişen bir jenerasyon yetişiyor iyi mi...
Bunalım, depresyon lafının 10-12 yaş düzeyine indiği bir toplum.
Hakan Hepcan gibi bir dallamaya ünlü sıfatı verecek kadar
değişik bir gençlik geliyor ki arkamızdan sormayın...
Yavaş yavaş değil hücum edercesine,
çılgınca koşarak geliyorlar hemde.
Birinin çıkıp da ayağını uzatması,
bu koşmayı asfalta yapıştırırcasına yavaşlatması gerekiyor.
Vıcık vıcık aşk kitaplarından
size de gına gelmedi mi? Okuduğunuzu idrak edemeyecek kadar mı
körleştiriyor sizi okuduklarınız?
Ne tür kafa yapısına sahipsiniz lan siz? Vicdanınızın külleşmesi,
vicdanınızı sızlatmıyor mu?
Beni dinle lan beni. Senin ülkende, taşına toprağına canını vereceğin,
hepimizin mirası Türkiye'de... Nato'nun en büyük 2. ordusunun,
700.000 kişilik ordunun komutanına,
Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanına ''Terörist'' dediler.
Sustun. Sustum. Hepimiz sustuk.
Kafası çalışanları içeri tıktılar,
okula değil de Silivri'ye gitseydik okumaya, aydın olarak mezun olurduk hiç olmazsa.
Berkin Elvan'ın annesini yuhalatıp, eli palalı herifleri kolladılar.
Milyonları götürdüler, haksız(!) bulundular, yetmiyormuş gibi
''Haksız tutuklama ve gözaltı tazminatı'' aldılar.
Fakirleri doyursak sorun bitecek de, zenginleri doyuramıyoruz işte.
Atatürk ''Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.'' derken,
bahsetmek istediği ''kayıtsız şartsız millet'' değildi, ''Kayıtsız, şartsız, millet'' ti...
Kime neyi anlatıyoruz ki biz,
anlayana sivrisinek saz, anlamayana sazı soksan az.
Aslında hayatımızda Game of Thrones kadar acımasız,
Lost'un finali kadar hayal kırıcı, How I Met Your Mother finalinin son 2 dakikası kadar saçma,
Breaking Bad'in ''Fly'' bölümü kadar gereksiz şeyler oluyor bakma sen.
Tüm yaptıklarımız komik olsa da sesimiz çıkmıyor. Bir nevi gülünecek halimize susuyoruz.
Korkularımız var mesela,
yer yer düşünmemizi engelleyen, yeri geldiğinde titreten.
Karşı yönden üzüntülerimiz göz kırpıyor. Her damlada bir parça üzüntümüzü
bırakıyoruz yanaklarımıza.
İnan, en çok derdimizi dinleyendir yanaklarımız. Sevinçten de ağlasan,
üzüntüden de ağlasan ilk ona döküyorsun duygularını. Sert gelen topu önce o yumuşatıyor,
sonra kademedeki arkadaşının koşu yoluna dağıtıyor üzüntümüzü.
Sevdiklerimiz var,
kimisini canını verecek kadar seversin, kimisinden canını almak
isteyecek kadar nefret edersin.
Sevgililerimiz var,
bir mesajımızla mutlu edebileceğimiz; ama naz yapmak için o mesajı kıyamadığımız.
Uykularımız var,
kimi zaman irkilerek uyandıran, kimi zamansa
en egzotik maceraları rüya paragrafı altında bize yaşatan.
Değer vermiyoruz. Ne zaman biri gelip onu bizden almaya kalkışsa, o zaman anlıyoruz.
Sevmek nefes almak gibi geliyor bize.
Niyeyse hepimiz o nefesi tutuyoruz. Yüreğine çektiğimiz sevgi kadar veremiyoruz dışarı.
Öpüşmelerimiz var,
bazen her anını dolu dolu yaşamak ve bir daha
unutmamak adına her saniyesini beynimize nakşettiğimiz,
bazense iğrendiren, mide bulandıran.
Buzdolabının kapağını açarız, boş boş seyrederiz ve kapatırız.
Amaçsızlık bünyemizi rehin alıyor,
ağzımıza bez bağlıyor, kafamıza çuval geçiriyor. Çırpınmıyoruz bile.
Bazen bir odaya gideriz ve niye gittiğimizi unutunca sanki o odayı daha önce görmemişiz gibi garipseriz.
Çöle düşüp, kutup ayısına sarılıyoruz.
Kalbimiz var bizim,
başımıza en çok belayı açan. Soyut düşünceleri somutlaştırdığımız organ.
Kimi zaman ağzımızın içinde çarpıyor hissi veren, kimi zamansa
durma noktasına gelen bizi biz yapan varlık.
Düşüncelerimiz var bak bir de,
kavga edecek kadar bağlandığımız, karşısındakini incitecek kadar müptelası olduğumuz,
küfrettiğimiz düşünceler...
Soyut düşüncelerin cezasını çeken somut varlıklarız hepimiz.
Eğlencelerimiz var,
kendimiz kahkaha çığlıkları atarken, ağlayanları göz ardı ettiğimiz.
Cildi yüzünden farklı gördüğümüz insanlar,
göz yapısı yüzünden garipsediğimiz,
yaratanın ona makul gördüğü vücut yapısını ayıplayan tiksindirici mahsulleriz.
Arkadaşlarımız var,
en ücra anımızı bile paylaşmak isteyeceğimiz,
arkadaşlarımız var,
yolda görsek selam vermeye çekineceğimiz.
Toplumu kademelendiren insanlar yüzünden başkasını kendimizden üstte veya altta görüyoruz.
Takım elbiselisinden palyaçosuna,
sokakta yaşayanından üniformalısına, gün geldimi aynı kumaşı öpeceğiz.
Bir kumaş parçası mı ötekilerden farklı kılan bizi?
Sadece kadınız, sadece erkeğiz.
Üryanken hepimiz eşitiz çünkü. İyilikten öte bir iz bırakamıyacağımız
yeryüzünde kötülüğün yoluna sapıyoruz.
Android telefonlardan götünün yemediği bir programı açmanı isteyince
''Malesef program durdu'' diye hata verir.
Farkımız mı var Android'den... Bizde gözümüzün korktuğu iş önümüze
gelince yolumuzu çeviririz. Oralı bile olmayız.
Çünkü kaçmak,
savaşmaktan daha kolaydır hepimiz için.
Ruhsal sıkıntılamız var mesela...
İçimizde yol çalışması varmış hisse veren...
Yaşıyoruz ama bilmiyoruz. Dünyevi zevkler dışında görmek istemiyoruz.
Çoğu zaman yaptıklarımızın amacı bile olmuyor mesela.
Düşünüyoruz, ben bunu yapıyorum ama neden yapıyorum diye...
Tıpkı bu yazı gibi. Yazıyorum ama nedenini bilmiyorum.
İçimden geldiği gibi davranmak, yalnızlık, bunalım, mutsuzluk, çaresizlik
her şeyi bu yazının çıkış noktası ilan edebiliriz.
Bir üst satıra çıkıp düzeltme bile yapmak gelmiyor içimden.
İlk defa senli değil, sizli hitap ediyorum. Yazı başlığını hep yazıyı yazdıktan sonra koyarım.
Sebepsiz yere kaleme aldığım tüm bu satırların başlığı
tüm gereksizliğime rağmen
zaman ayırıp beni okuduğunuz için size özel olsun.
Evet, ''Size Özel''

Diyorum ya, hoşuma gitti bu yazı şekli bir kere. Böyle devam.

Kalın sağlıcakla.

©Barney Sikkinson.

Öperun.


2 yorum:

  1. Netice nedir barney gardaş? sence bu kaosun çaresi varmı? Düşünüp düşünüp içinden çıkamamak en kötüsü olsa gerek.

    YanıtlaSil
  2. Düşünce mahkumuyuz desene.. Peki bir sürü aptal düşünebildiğinin ne zaman farkına varacak acaba?

    YanıtlaSil