büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.


''Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.'' -Mustafa Kemal Atatürk

18 Mart 2015 Çarşamba

Son Hali Görenleri Şaşırttı

Hayatım hiç beklemediğim kadar mükemmel gidiyor inanır mısınız amk?
Kitap okumaya araştırma
yapmaya vakit bulamaz oldum.
Olum ne oluyor lan size? Sikindirik günlerim nereye kayboldu?
Halının üzerine yatıp koltuğun desenlerini ezberlemeyi,
halıdan ağzıma burnuma giren tüyleri özlüyorum.
Kapı çaldığında kalkmaya erinmeyi bile tebessüm ederek özlüyorum.
Üstüme bir tişört takıp sevabına yapılan aşureyi
komşuya götürmeye erindiğim günleri.
Gün boyu ilk konuştuğum kişinin akşam okula gelip dış kapıyı açmam için
zile basan üst kat komşum olmasını özlüyorum.
İkindiye kadar uyuyup, akşam namazında kendime gelmeyi,
günaydın, tünaydın, iyi akşamlar kelimesini unutmayı özledim.
Saçma gelecektir belki ama güç kaybediyorum.
Kaybetmekten korkmaya tekrar
alışmak istemiyorum anlamıyor musunuz yahu?
Önceden başıma kötü bir olay gelse,
'Karanlıkta olan birini ışığı kapatmakla korkutamazsın.' der geçerdim.
Şimdi kendimde o cesareti bulamıyorum
boolum.
Sessiz sedasız sağda solda oturmayı düşlüyorum,
eve kaçıp, kendimi odaya kilitlemek istiyorum.
Lanet olsun, kilit bile bozuk.
Yalnızlığa alışınca dışarıya adapte olmak hiç de kolay gelmiyormuş.
Tavsiyedir, yalnız olacaksanız sonsuza kadar olun.
Ayy ben bu hafta biraz yalnız olayım,
haftaya kucaklara geri dönüyorum olayı falan yemiyor.
Arada sırada yalnız olup da, biraz sosyal
biraz asosyal da olmayın benim gibi. Bünyeye acayip bi etkisi var,
sıçarken gelen çiş gibi oluyor insan aklı.
Acaba bıraksam mı, yoksa sonra mı yaparım düşüncesi...
En son sıcak sıcak bırakıyorsun oluruna.
Hiçbir şeyden de mutlu olmaz mısın sen aq diyebilirsiniz elbet.
Yalnızsın, mutsuzsun. Hayatın düzene girmiş, mutsuzsun.
He ya bak ne haklısın billa. En merkezi sorun bu bence.
Egoist, kendini beğenmiş bir tip olmamak için, her gün evden
çıkmadan önce
bir doz, durduk yere adamın amına koyan şarkılardan dinlerdim.
Summer Mix 2014'ü kim karıştırdı benim repertuarıma?
Üzülünce, korkunca adam
oluyorsun azıcık kenarından köşesinden.
Korku iyidir; adam eder. Üzüntü kötüdür; ayyaş eder.
İçiyorum da ortam oldukça.
Bak, bu cümle bile ne garip geliyor bu blogda.
''Ortam oldukça.''
HASİKTİR..
Ooo ortam falan yapmışız. Falan filan İnter Milan.
Lan bu lafı da kimden duyduysam dilime dolamıştım.
Araştırdım, meğer;
Güldür Güldür'de adamın repliğiymiş iyi mi..
Eyvallah da olum son yıllarını televizyondan uzak geçiren biri olarak
bu lafın benim ağzımda ne işi vardı?
Bir garip ilginçliktir gidiyor yani.
Televizyon izlemiyorum deyince de akla şey geliyor hep;
''Lan televizyon mu o, kapat kapat.'' gibi nidalarla izlememezlik etmiyorum.
İlgimi hiç çekmiyor açıkçası hepsi bu. Aman aman şu diziyi
izlemeden uyursam aklım kalır dediğim bir şey yok televizyonda.
Televizyon izlemek bana kalırsa biraz mide gerektiren,
izlemesi bile meslek dahiline girmesi gereken bir iş.
Nasıl oluyor da Medcezir'i kusmadan, böğürmeden,
Yetenek programında ''Acun! Acun!'' diye bağıran üniversite öğrencilerine küfretmeden,
İşte Benim Stilim'deki yarışmacıların suratına sıçma isteği oluşmadan izliyorsunuz,
hayretle şaşırıyorum.
Nur Yerlitaş'ın kraliçe olduğu, halk ozanlarının Kaçkar Tv'de süründüğü,
İbrahim Büyükak'ın komediden para kazandığı, gerçek mizahçıların ekrana getirilmediği,
dört tarafı ledlerle çevrilmiş bu yarrakımsı antenli
kutudan nasıl haz alıyorsunuz, bilmek dahi istemiyorum.
Yabancı dizi izlerdim sürekli, zaman bulamamaktan onlar
bile Hayko Cepkin'in sağ gözü gibi
yarım kaldı.
''Bi gözüm kapandıkça, diğer gözümü açmayı öğrendim.'' demiş Hayko,
ağzında ballar yeşersin ne hoş söylemiş.
Çok boklar yedim, kahrını ise yıllarca çektim.
Siz bu blogda o çektiklerimin reçetesini
okudunuz. Reçeteden anlıyor olacaksınız ki,
iyileştim gibi.
Daha tam iyileşmedim ama, koridorda üç beş tur
gidip geliyorum sayenizde.
Ayağımda mavi, önü açık refakatçi terliği..
Ben anlattım, siz dinlediniz.
Sikkofield özentisi dediniz, haklıydınız. Nickten de anlaşılacağı üzere
öyleydim de hakikaten. Sonra sonra anlıyorsun hatalarını.
Bir ara işi abarttılar, Sikkofiel'a benzeten 1000. kişiye ödül verecek kıvama geldim.
Saymadım tabi ama, 200 300 lerde durdular sağolsunlar.
İşin garibi,
bana bu yaftaları asan herifler,
Kurtlar Vadisi izleyip kavgaya giren,
Şevkat Tepe izleyip namaz kılmaya başlayan,
hangi kaba girerlerse o şekli alan yılışkan adamlardı.
Yeri geldi kulak asmadım, yeri geldi espriyle yanıt verdim sizlere.
Sinirlendiklerime küfrettim, aldığım küfürler karşısında
hiç sayılırdı.
Öğrendiklerimi öğretme hevesindeydim,
arkadaş tavsiyesiyle, daha doğrusu arkadaş gazıyla açtım bu bloğu.
O kişi, hala yazılarımı okur. Hiç de esirgemez desteğini var'olsun.
Bloğu okuyan kişi sayısı 1.000 kişi olunca
ekran görüntüsü almıştım.
İlerde çocuklarıma gururla gösteririm diye.
O günlerden bugünlere geldik işte. Şimdiyse 100.000 olacak neredeyse ve
ortada ne bir ss var ne çocuk ne de gururlanacak bir şey.
Bloğa günlük 24 kişinin de ziyaret ettiğini gördüm, 1800 kişinin de.
Tepkim hiç değişmedi ama.
Ben hala ağzıma kaçan tüylerle meşguldüm.
'Helal lan Barney reis adamın kralısın.' diye yorum aldığımda,
koltukların desenlerini kaydediyordum aklıma.
Şimdi öyle olmuyor nedense.
Bir anonim gelip de 'Üşüyoruz Barney reis' dedi mi,
mahcupluk beliriyor böğrümde.
'Üşüme, gel battaniye vereyim.' diye bir sevecenlik kaplıyor içimi.
Siklememeyi öğrenince de bir bok olmuyormuş onu görmüş oldum.
Siktir Et kitabını okuyunca hayatımda
bir değişiklik olmayınca
anlamalıydım halbuki.
Kısacası yüzme öğretti olum bana kitaplar.
Haftalık aldığım mizah dergilerini aldığım gün yalar yutar,
6 gün sap gibi yeni
sayının çıkmasını beklerdim.
Şimdiyse 1 ay geriden takip edebiliyorum anca.
Kim oynuyor hayatımla bilmiyorum fakat,
acayip bir karmaşada sürüklendiğim kesin.
Tanrım, eğer kumanda senin elindeyse
bırak böyle yaşamaya devam edeyim. Koltukta uyuyakalınca
akan salyalarımı da özlemiyor değilim ama,
perişan etme hiç olmazsa. Ya da direkt öldür.
Süründürme kurban olayım. Sürüne sürüne bugün ayaktayım.
Tekrar istemiyorum çölde su arar gibi yaşamayı.
Uzun zamandır görüşmediğim biri yolda görüp de
''Naber ya, yaşıyor muydun sen?'' diye sorunca,
içten içe ''Hayattayım orospu çocuğu.'' demeyi özlüyorum fakat
artık istemiyorum.
Sık hıl dım.
Cemaatin 13 milyar dolarını çaldığı Uzan ailesi gibi yaşamayı da
kabullenemem bu dakikadan sonra.
Kendimi 48'li Monami Pastel boyası olan çocuk gibi mutlu,
okulda sıçabilecek özgüvene
sahip çocuk kadar rahatlamış bulmak istiyorum artık.
Çok şey değil aslında be.
He?
Bir de helal süt emmişinden,
çiğ süt emmemişinden güzel bir sevgili bulsak?
Oha olum çok uçtuk tamam.
İniş takımları hazır.
Sevgili dediğin Skype uygulaması gibi olmalı lan.
Kapatsan bile alt çubukta durmaya devam etmeli.
Ne kadar görmek istemesen de hiç göz önünden ayrılmamalı.
Silmeye kalkınca yirmi kere Emin misin? Bak oluuuum? diye sormalı.
Kimse de demiyor ki, nerede öyle bir sevgili
amına koyduğumun malı!
Yok lan. Böyle de mutlu olamaz mıyız?
Gayet tabi olunuyormuş işte.
Hayata bağlanan damarlarına tereyağ fabrikası kurulan ben bile
gülebiliyorum olum artık.
Hep gülerdim ama içimde uktelerle, burukluklarla değil bu sefer.
Ne bileyim, Allah bozmasın be canısı.
Halinizden memnun olmaya bakın, bunun da en iyi yoluymuş,
başkalarını mutlu etmek.
Yardımseverlikle, iyimserlikle halloluyormuş sorunlar.
Sarılın sarılabildiklerinize sarılabildiğiniz kadar.
Bazı huylarım hala da devam ediyor bakma.
Yeni bir sosyal trend çıktığında onda flama taşıyanlardan olmamayı
tercih ediyorum hala. Mümkün olduğunca
nostaljik davranıyorum. Dubsmash yapmayan kaldı mı essahtan? Varsa
lütfen belirtsin. Bu kardeşiniz tek bir dublaj videosu çekmedi mesela.
İzlediği 1.000.000 (yazıyla bir milyon) dublaj videosunun hiçbirine de
gülmedi. İcebukketchallenge yapıp da,
sağa sola meydan okuyarak rezil de etmedi kendini.
Özel numara işletince, bunu twitterda reklam ederek,
ilgi orospuluğu da yapmadı.
Pazardan pantolon alıp, İnstagram'da moda sayfalarını takip eden
kızlar da hiç ilgisini çekmedi.
Düşük bütçeli kamu spotu gibi yaşadı hayatını.
Ne bir ego belirtisi, ne de coolluk. Sadece mutluluğumu
paylaşmaktı bugün ki amacım.
Son halim görenleri şaşırtıyor anlayacağınız.
Ne denir,
biz de hal ve harekat böyle komutanım.
Siz de durum nedir, çekinmeden sıkıştırıverin alttaki yorumlara.
Yeni yazılarla geliyorum sözü vermeden bitireceğim ilk yazı belki de.
Ama yine de merak ederseniz yeni yazı ne zaman diye..
Yazarız işte ''Ortam oldukça.''

©Barney Sikkinson.

Öperun.

30 Kasım 2014 Pazar

Çizgi Filmlerle Yönetilen Dünya

Cümleten valar morghulis.

Bugün acayip şeylerden bahsedeceğim biraz. Şaşırtmaya hazırım, şaşırmaya hazır ol.

Çocukluğumuzdan başlayıp beynimizin içine kütür kütür işletilen ideolojileri, en masum olduğumuz, hiçbir fikre sahip olmayıp tamamen çocuk olduğumuz yaşlarda kapitalizm, komunizm gibi fikirlerden nasıl haberdar olduğumuzu özetleyeceğim sana.

Şirinleri izledin, Mario'yu oynadın, Ninja Kaplumbağaları izledin ve hepsinin hayranı oldun. Herkes gibi. İzledikten sonra aklına en ufak bir art niyet gelmedi, çünkü çocuktun. Michelangelo'nun, Leonardo'nun isimleri altında hiçbir bit yeniği aramadın, çünkü çocuktun. Mario'da bölüm sonuna gelince yeşil bayrağı indirmek için en üstüne atlamaya çalıştın, kötü bir niyetin yoktu, çünkü çocuktun. Şirinleri izleyip Gargamel'e sinir oldun, Şirin Baba'nın şapkası niye kırmızı diye hiç merak etmedin, çünkü çocuktun.

Ama ne yazık ki sana o çizgi filmleri hazırlayan çocuk değildi. Çocukların en kolay kandırılabilecek insanlar olduğunu bilen büyük insanlardı.

Şirinler, komunizm propagandası,

Mario, komunizm propagandası,

He-Man nazi propagandası,

Ninja Kaplumbağalar ise emperyalizm propagandası yapar.

Şaşırma yanağından makas aldığım. Gel otur laf dinle.

Sırayla anlatmaya başlıyorum.

Şirinler senin de bildiğin gibi komunizm propagandası yapar.

Köyde herkesin kendine ait bir işinin olması,
köyde para denen kavramın olmaması,
tembel şirinin hiç iş yapmayarak diğer şirinlerden farkı olmaması,
köyde bir tane bile ibadethane bulunmaması gibi detaylar şirinlerin komunizme atıfta bulunduğunun birkaç kanıtıdır.


Şirinleri başında bulunan şapka, Frigya Başlığı diye adlandırılan şapka çeşididir. 

Frigya Başlığı XVIII. yüzyılda (18 amk 18) bağımsızlığın ve özgürlüğün simgesi haline gelmiş ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nda bir özgürlük bayrağının üzerine asılı bırakılmıştır. 


Hala daha ABD Senatosu'nun simgesinde Frigya Başlığı yer almaktadır. 


Sosyalist rejimle yönetilmeye devam eden Küba'nın devlet armasının üst bölümünde de Frigya Başlığı yer alır.


Özgürlüğü ve bağımsızlığı simgeleyen bu başlık tüm şirinlerin kafasında bulunur. Lakin sadece bir tanesinin rengi kırmızıdır. Bu da ak sakalıyla, kızıl şapkasıyla ''Karl Marx''ı andıran Şirin Baba'dır. 


Şirin Baba Karl Marx'ı betimler. 


Aynı şekilde Gözlüklü Şirin ise Lev Troçki'yi simgeler. 

Gözlüklü Şirin'in Şirin Baba ile girdiği her tartışmayı kaybetmesi = Lev Troçki'nin Stalin ile girdiği siyasi tartışmaları kaybetmesi.

Gözlüklü Şirin'in Şirinler Köyü'nden kovulması = Lev Troçki'nin Sovyet Rusya'dan sürgün edilmesi.

Anladın mı benim canım yavrum? 

Azıcık mola verip bazı şeylere değineyim. Sonra vakumlu poşet misalinde toplarım hepsini bir araya.

Sen doğal olarak ''Neden çizgi filmlerle böyle yöntemlere başvurmuşlar ki?'' diye geçireceksin içinden. Korkma ben senin yerine de geçirdim. Evet geçirdim. 22-23 yıl öncesine kadar, yaşadığımız Dünya iki farklı kutba ayrılıyordu; Amerika ve Rusya. 22-23 yıl dedim çünkü Sovyetlerin çökmesiyle soğuk savaş bir nevi bitti sayıldı. Rakipsiz kalan ABD, savaşacak birini bulamayınca kendine düşman olarak ''İslam'' ı seçti. Neden savaşacak birini arıyor dersen, eğer bir ülke -ki bu ABD gibi bir ülkeyse- rakipsiz kalmışsa kendiyle savaşır. İç savaşa sürüklenip kendi kendini bitirir. Bu yüzden yüzeysel de olsa savaş şarttır. Kana doymamak budur. Rekabet yoksa güç de olmaz. Kapiş? Her neyse. 

Soğuk savaş dönemi öyle bir hal almıştı ki karşılıklı çatışmalar her alanda boy gösterdi. Her iki tarafta tüm Dünya'ya kendi fikrini benimsettirmek istiyordu fakat insanlara ulaşım bir hayli zordu. İşte tam bu yıllarda kötü emellerin ekmeğine yağ sürecek teknoloji hızır gibi yetişti ve her eve girerek insanları uyuşturan çağımızın kitle imha silahı televizyon icat edildi. 

Soğuk Savaş Sovyet Rusya'nın çökmesinden sonra bitti denilse de gelişen teknoloji karşısında her iki ülkede eli boş durmuyor. İnternetin beklenilenin ötesinde hızlı yayılmasının ardından ilk adımı ABD atarak Google'ı kurdu. Eee Rusya bu ya, boş durur mu... Yapıştırıyor cevabı. Ve ortaya Yandex çıkıyor.


Biliyorsun di mi bu reklamı? Arkadaş ortamında yeri geldiğinde şakasını bile yapıyorsun hatta.


Verilen bu sübliminal mesajı biliyor muydun peki? O bir şey bilmediğini söyleyen kişinin Google'ı temsil ettiğini öğrendin az önce. 

İşte savaş budur. Silahsız, kan dökülmeden yapılan savaştır. Soğuk savaşın temeli 'itibarsızlaştırmak'tır. Bir nevi siklememektir. Ve itibarsızlaştırma politikası öyle güçlü bir silahtır ki vurulduğunda tedavisi zordur. Çünkü vücuda isabet eden bir kurşundansa beyne isabet eden fikir daha tehlikelidir. Toplumda değeri düşene kimse ilgi göstermez. Evine aldığın yeni bir sıvı sabunu ilk kokladığın anı hatırla mesela. O an o koku sana o kadar değişik ve vazgeçilmez gelir ki hayatım boyunca o sabunu kullanabilirim dersin. Sadece 1 hafta sonra sabunun kokusu sana eskisi kadar güzel gelmez. Alışmışsındır çünkü. Tıpkı sıktığımız parfümün sonradan bize kokmayıp diğerlerine harikulade geliyor olması gibi. Tıpkı ilk duyduğunda kullanmak için can attığın 'spesifik' kelimesini biraz zaman sonra duyunca midenin bulanması gibi. Tıpkı Uefa kupasını gibi daşşaklı bir kupayı alma başarısını gösteren Galatasaray'ın o başarıdan söz edemeyecek hale getirilmesi gibi. Tıpkı melodi sesi yaptığın o çok sevdiğin şarkının bir zaman sonra güzel gelmemesi gibi. Tıpkı Andımız'ın, T.C ibaresinin kaldırılması gibi. Tıpkı çocuk katilinin adına İmralı diyerek, sayın sıfatı kullanılarak samimi gösterilmesi gibi. O yüzden, 'alışmak' kadar illet bir şey yoktur emin olun. 

Bizi alıştırmak isteyenlere inat, ötekileştirip algı yönetimi yapmaya çalışanlara inat, değerlerimizi itibarsızlaştırmaya çalışanlara inat savaşı kendi beyninde başlatman gerekir. İster inan ister inanma bunun tek yolu kitap okumaktır. Bak mesela, şu an senin gözünde kitap okuyan bir inek olarak belirdim. İşte bu yobazlığın, bağnazlığın kitap okuyanlara bakış açısının ne kadar alıcısı olduğunun göstergesidir. 

''Sübliminal mesajı görünce ne oluyor ki?'' Bak bu bir SSS. 'Sıkça sorulan soru' Bende onlara SOS 'Alarm' diyorum, anlamıyorlar. Sübliminal mesajın zararı şudur, bundan 10 sene öncesine kadar google da meme fotoğrafı görünce kafan tavana vururken, şimdi Kim Kardashian'ın götünü görünce yaprak kıpırdamamasıdır. Sıradanlaştırır, köreltir. 

Tamam.

Konuya dönüyorum. 


Mario giysi olarak kendine devrimin rengi olan kırmızıyı seçmiştir.


Super Mario'da herkesin 5000 puan almaya çabaladığı, turun sonundaki o yeşil bayrak iner, Mario yerine ''Kızıl Yıldız'' bayrağını göndere çeker. Kızıl yıldız, komünizmin simgesidir. Sizi şöyle alalım.

Bütün turları geçtikten sonra Mario'nun prensesine kavuşması için tek engel kapitalizmi temsil eden Kral Koopa'dır ve onu da alt edince prensese kavuşur. Gerisi malum, la pompe el pompier la pompina.


Bayrağı erken sürede kurtaran ise havai fişeklerle ödüllendirilir. 

Tabi kendini Sherlock Holmes sanan araştırmacı idealist üniversite genci burada bana ''Onun bayrakla ne alakası var yea, oyunu erken bitirdi diye patlıyo onlar'' diye isyean modunda takılacak, bende gelişine rövaşatayla ''Bre amına koduuum teleferiği, bu oyunun amacı prensesi kurtarmaksa, niye prensesi kurtarınca havai fişek atmıyorlar da kaleyi kurtarınca atıyorlar?'' diye cevaplayarak esnaf tükmüğü gibi onu oraya sıçırttırarak evine postalayacağım. Hemde karşıdan ödemeli. 

Mario, gerek giydiği tulumla gerekse bıyığıyla işçiyi betimler.

Konu ile ilgili şu kısa animasyonu izlemeni şiddetle tavsiye ediyorum. 

Komünizmde özel mülk yoktur. Tüm mal devletindir. Mario'da her bölüm yüzlerce coin toplarsın fakat bir daha ki bölüme tekrar sıfır coinle başlarsın. Oyunu Bilal yapmadığına göre, bu parayı başka kimse sıfırlamadı herhalde. Oyunun bu bölümü komünizmin özel mülk bulundurmadığını betimler ve ona atıfta bulunulmuştur.

Ben bu yazıyı yazmaya 2014 Haziran'ında başlamışım. Twitter adresimden yazıyla ilgili birkaç görsel paylaşmıştım hatta. Anlattığım şeyi tam olarak bilmediğim için gittim, iki ciltlik, 1390 sayfalık Das Kapital'i okudum da geldim. Anlatıyorum ama bir yerlere dayanarak anlatıyorum inan. Nalbur değiliz burda. Anlattığım boşlukta yüzmüyor, tutunacak bir dalı illa ki gösteriyorum sana. Hala daha anlamak istemiyorsan günah benden gidiyor hacı ben napayım.


He-Man'e geçiyorum. Kendisi ''Gölgelerin gücü adına, güç bende artık'' diye ortalıkta gezinen bir vatandaş. Bizi daha çok göğsündeki sembol ilgilendiriyor. 

Şu an aklında bir Alman erkeği tasarlasan tasarladığın kişinin saçları sarı olmaz mıydı? Sarı saç Alman erkekleriyle örtüşmemiş midir? He-Man'in sarı saçlı olması da Alman gibi gösterilmek istenmesinden kaynaklanır. 


O sembol, Nazi Almanya'sının 2. Dünya Savaşı öncesinde kullandığı sembollerden biridir. 


Sembol dediysek basite almayacaksın. Biliyorsun bu işi yapanların sembole ne kadar önem verdiğini. 


He-Man'in böğründe bulunan simgeyle Hitler'in galbinin orta yerinde bulunan simgenin ne farkı var? Tıpatıp aynısı moruk. ''Gölgelerin gücü adına'' değil de ''Heil Hitler'' dese kim şaşırırdı? 

Bunu niçin yapıyorlar dersen, bu, Dünya'nın en vahşi diktatörünü iyimser göstermek için yapılır. Kana doymayanı, kanla beslemek için yapılır. Yersen. 

Gene mola anasını satayım. Mola veriyorum, gazı alıp alıp yardırabilmem için.

Aranızda bana neden böylesin diyen, niye yazıyorsun ki veya kendini ne zannediyorsun diyen yetmeler var. Değerli yarak beyinli arkadaşım, ben kendimi bir bok zannetsem burada sana laf anlatmaya çalışır mıyım? Madem ki bir bokum, gider işime bakarım de mi. Hiçbir sike yaramadığım için yazıyorum ulan bunları. Baltaya sap olabilmiş odunun kerestecide işi ne hınfığını siktiğimin? 

Lan gavat, evinde yemek pişirdiğin ocağın nasıl çalıştığını biliyor musun? 


Bunların hepsi aynı anda yanmıyor. İlk önce biri yanıyor, yanan yanındakini yakıyor, böyle böyle hepsi yanıyor. 


Kibritten de örnek vereyim. Şu an bu kibrite ateş verirsen ne olur? Önce ilk ateş verdiğin yanar, sonra o diğerini tetikler ve sonuç olarak hepsi yanar. En sonunda ortaya büyük bir alev çıkar. Bir nevi birlikten güç doğar. 

Aynı ocak ve kibrit örneğinde söylediğim gibi, önce bu işi birinin başlatması lazım. Fitilleyen olmadı mı ortaya ateş çıkmaz. 

O yüzden bok atmaya çalışan ibbina, ben bu blogda sana ilk ateşi vermeye çalışıyorum yavşak. Onu diğerine geçirip geçirmemek senin elinde. Eğer sende yanındakilere örnek olmaya başlarsan işte o zaman ortaya büyük alev çıkar.

Ninja kaplumbağalara geçiyorum. 

Sen hiç hayatında yeşil kaplumbağa gördün mü? Nadir. Peki pizza yiyen bir kaplumbağa? Düda. Höst. 

Soğuk savaşta boşta kalmak istemeyen ABD Rusya'nın yaptığını kendi yapmış olamaz mı? 

Ninjaların adını hatırlayalım istersen. 

Leonardo,

Raphael,

Donatello,

Michelangelo? 

Doğru mudur? Peki neden böyle bir isim almışlar? ''İtibarsızlaştırmak'' için yeğenim. Leonardo, Michelangelo bunlar kim ki bu kadar basitleştirmeye çalışsınlar? Oku ulan şu yazıyı. Kimmiş neymiş gör. Bugün bildiklerinin temeli nereye dayanıyor anla.

Peki bu Ninja abilerin en büyük düşmanlarından biri kim. Uzaylılar değil mi? Bunu da oku ulan o zaman. Niye uzaylılara bu kadar takmış durumdalar bak da gör. 


Ninjalar aşırı derecede pizza tutkunudur. Çünkü kapitalist bir toplum tüketim toplumudur. Bunların amacı tüketim toplumu oluşturmak, bir şey üretmeden sadece tüketerek yaşayan insanlar yaratmaya çalışmak değil miydi? Ee bundan daha iyi alt mesaj mı olur sayın beynine sıçtığım? 

Yeşil kaplumbağa türü çok azdır. Ama ninjalar yeşil renktedir. Peki dolar hangi renk? Ah benim bebeğim ah.

Sen eşşek olunca semer vuran çok oluyor işte. Eşek değil bak. Eşşek. İki ş yle. Bastıra bastıra. 

Ya işte muhtar. Her şeyin altında bit yeniği aramanın doğurduğu sonuçlardır bunlar. Bunları bilmek öyle zor bir şey değil. Kutsal kase değil amına koyim bu bilgilerin hiçbiri. Öğrenmek için sadece istemen önemli. 

Güç, güçtür der bazı kaşarlar, onlara yanlış olduklarını söylemenin zamanı geldi. Çünkü, bilgi, güçtür. Asalak gibi yaşamamız için artık bir sebep yok. Her ne görüşteysen senin karşı görüşün seni yenebilmek için gece gündüz çalışıyorsa sende onu yenmek için çalışmalısın.

Yo, sakın yanlış anlama. Ne sana öğüt veriyorum ne de kişisel gelişimcilik oynuyorum burada. Kişisel gelişimden zerre haz etmem. Zira etrafımız önce ''Kendinize güvenin'', ''Siz başkasınız'', ''Kesinlikle başarabilirsiniz'' diye öğüt verdikten sonra kendine güvenince sana ''Egoist'' yaftası yapıştıracak orospu çocuklarıyla dolu. Ben onlardan değilim. Benim için önemli olan az önce dediğim gibi sana o ilk ateşi verebilmek. 

Benim gibi bir it suratlı bunu becerebiliyorsa, sen hayli hayli becerebilirsin. Nefes almak bile gelmiyorken içimden, yaşama tutunmak için bir tane bile insan yokken etrafımda ben hala çırpınmaya, akıntıya karşı kürek çekmekte çekinmiyorum. Aydınlık ülkenin yobaz şehriyim anlamıyorsun.

Ve unutma, bu dünyada savaşları kaybedecek kadınları olmayanlar kazanır. Boşuna da dememişler dünya kadar malın olacağına fındık kadar amın olsun yeter diye. 

Her neyse. Her şeyden önce kendine iyi davran hacı. Sonrasını hallederiz bir şekilde. 

Seviyorum sizi güzel insanlar, iyi ki varsınız. 

Allah'a emanet. 

©Barney Sikkinson

Öperun. 


27 Kasım 2014 Perşembe

Bobiler & İnci Caps

Hacı orada o capslerle monteleri yapan kişi benim.

Blogdaki ciddiyetimden dolayı böyle işlerle uğraşmayacağımı sanıp onu sahte hesaplar zannedenler olmuş. Henüz sahte hesabım olacak kadar ünlü de değilim yani raad olun.

Sadece bu konuya açıklık getirmek istedim.

İnci Caps hesabım, budur.

Bobiler hesabım ise, aha da budur.

Doymayan için facebookta da sayfam var. Mesaj atıp aklında kalanları sorabilirsin, öylesine sohbet amaçlı da mesaj atabilirsin. (00:00 dan sonra cevap vermiyorum. (Kerhane mi sandın?)) Kendisi de şu an şuralarda takılmakta.

Gene de doymuyorsan çüş. Gel bir de beni s...

Neyse.

''Sev'' olacaktı orası, fesatlığına başlattırma. Sevilmeyi sevmediğimden yani hehe.

Karışıklık olmasın deyine köşeye bir yere sıkıştırıvericem bu yazıyı da.

Blog aynen devam edecek. (Durmak yok yola devam.) Bazı montajlar yüzünden davalık olma ihtimalim de varmış. (Dik dur eğilme.) Her şeye rağmen doğruyu söylemeye devam edeceğim. (Sağlam irade.) Çok süper bir yazı geliyor 2 gün içinde. (Hayaldi gerçek oldu.) Tabi sadece o yazıyla kalmayacağım, sürekli yeni yazılar yazıcam. (Hedef 2023.) Bu kadar az yazı paylaşıyorum diye kızıyorsunuz önceden yazdıklarım yetmiyor mu ki? (Yetmez ama evet.) Bok atanlar karşısında asla eğilmeyeceğim. (Sen Domalan'sın büyük düşün.)

Heheh.

Daha da diyecek sözüm yok.

Hadi Allah'a emanet.

2 Kasım 2014 Pazar

Size Özel

Troll olmayı komiklik sanıp, salağa yatarak
komik olduğunu sanan ruh hastası
bir nesil yetişiyor.
Bu durum jenerasyon değişikliğinin bu kadar hızlı
olabileceğini tahmin edemeyen biz ''eski kafa''lara her ne kadar
zor gelse de, bahsettiğimiz nesle göre sıradan ve normal gözüküyor.
Kusura bakmayın,
hiç de normal değil. Normal derecede anormal.
İşin kötüsü, aptallığı normal gören gençlik
ne kadar aciz olduğunun farkında değil.
Birinin yakalarından tutup silkeleyerek kendine getirmesi,
bu durumu kökten düzeltmesi gerek.
Muhtemelen önümüzdeki 10-15 yıl
şimdikilerin yenisi, geleceğin eskileri için psikolojik bir savaşla geçecek.
Düzeltilmesi gereken gelecekte olacaklar değil,
şu an yaptıklarıdır.
İlgi orospuluğunun bu kadar tavan yaptığı,
karşılıksız iyiliğin sıfıra indiği başka bir zaman daha yoktur.
En verimli yıllarını odasında iç savaş yaşayarak geçiren bir
gençlikten yaptırım beklemek akıl tutulmasıdır.
Zira,
''Yarram'' kelimesini en yakın arkadaşına hitaben kullanmayı yadırgamayan bir gençlik var.
Cümlesinden ''Amk'' kelimesini eksik etmeyen çözülememiş bir kafa var ortada.
Yayvanlıkla gelişen bir jenerasyon yetişiyor iyi mi...
Bunalım, depresyon lafının 10-12 yaş düzeyine indiği bir toplum.
Hakan Hepcan gibi bir dallamaya ünlü sıfatı verecek kadar
değişik bir gençlik geliyor ki arkamızdan sormayın...
Yavaş yavaş değil hücum edercesine,
çılgınca koşarak geliyorlar hemde.
Birinin çıkıp da ayağını uzatması,
bu koşmayı asfalta yapıştırırcasına yavaşlatması gerekiyor.
Vıcık vıcık aşk kitaplarından
size de gına gelmedi mi? Okuduğunuzu idrak edemeyecek kadar mı
körleştiriyor sizi okuduklarınız?
Ne tür kafa yapısına sahipsiniz lan siz? Vicdanınızın külleşmesi,
vicdanınızı sızlatmıyor mu?
Beni dinle lan beni. Senin ülkende, taşına toprağına canını vereceğin,
hepimizin mirası Türkiye'de... Nato'nun en büyük 2. ordusunun,
700.000 kişilik ordunun komutanına,
Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanına ''Terörist'' dediler.
Sustun. Sustum. Hepimiz sustuk.
Kafası çalışanları içeri tıktılar,
okula değil de Silivri'ye gitseydik okumaya, aydın olarak mezun olurduk hiç olmazsa.
Berkin Elvan'ın annesini yuhalatıp, eli palalı herifleri kolladılar.
Milyonları götürdüler, haksız(!) bulundular, yetmiyormuş gibi
''Haksız tutuklama ve gözaltı tazminatı'' aldılar.
Fakirleri doyursak sorun bitecek de, zenginleri doyuramıyoruz işte.
Atatürk ''Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.'' derken,
bahsetmek istediği ''kayıtsız şartsız millet'' değildi, ''Kayıtsız, şartsız, millet'' ti...
Kime neyi anlatıyoruz ki biz,
anlayana sivrisinek saz, anlamayana sazı soksan az.
Aslında hayatımızda Game of Thrones kadar acımasız,
Lost'un finali kadar hayal kırıcı, How I Met Your Mother finalinin son 2 dakikası kadar saçma,
Breaking Bad'in ''Fly'' bölümü kadar gereksiz şeyler oluyor bakma sen.
Tüm yaptıklarımız komik olsa da sesimiz çıkmıyor. Bir nevi gülünecek halimize susuyoruz.
Korkularımız var mesela,
yer yer düşünmemizi engelleyen, yeri geldiğinde titreten.
Karşı yönden üzüntülerimiz göz kırpıyor. Her damlada bir parça üzüntümüzü
bırakıyoruz yanaklarımıza.
İnan, en çok derdimizi dinleyendir yanaklarımız. Sevinçten de ağlasan,
üzüntüden de ağlasan ilk ona döküyorsun duygularını. Sert gelen topu önce o yumuşatıyor,
sonra kademedeki arkadaşının koşu yoluna dağıtıyor üzüntümüzü.
Sevdiklerimiz var,
kimisini canını verecek kadar seversin, kimisinden canını almak
isteyecek kadar nefret edersin.
Sevgililerimiz var,
bir mesajımızla mutlu edebileceğimiz; ama naz yapmak için o mesajı kıyamadığımız.
Uykularımız var,
kimi zaman irkilerek uyandıran, kimi zamansa
en egzotik maceraları rüya paragrafı altında bize yaşatan.
Değer vermiyoruz. Ne zaman biri gelip onu bizden almaya kalkışsa, o zaman anlıyoruz.
Sevmek nefes almak gibi geliyor bize.
Niyeyse hepimiz o nefesi tutuyoruz. Yüreğine çektiğimiz sevgi kadar veremiyoruz dışarı.
Öpüşmelerimiz var,
bazen her anını dolu dolu yaşamak ve bir daha
unutmamak adına her saniyesini beynimize nakşettiğimiz,
bazense iğrendiren, mide bulandıran.
Buzdolabının kapağını açarız, boş boş seyrederiz ve kapatırız.
Amaçsızlık bünyemizi rehin alıyor,
ağzımıza bez bağlıyor, kafamıza çuval geçiriyor. Çırpınmıyoruz bile.
Bazen bir odaya gideriz ve niye gittiğimizi unutunca sanki o odayı daha önce görmemişiz gibi garipseriz.
Çöle düşüp, kutup ayısına sarılıyoruz.
Kalbimiz var bizim,
başımıza en çok belayı açan. Soyut düşünceleri somutlaştırdığımız organ.
Kimi zaman ağzımızın içinde çarpıyor hissi veren, kimi zamansa
durma noktasına gelen bizi biz yapan varlık.
Düşüncelerimiz var bak bir de,
kavga edecek kadar bağlandığımız, karşısındakini incitecek kadar müptelası olduğumuz,
küfrettiğimiz düşünceler...
Soyut düşüncelerin cezasını çeken somut varlıklarız hepimiz.
Eğlencelerimiz var,
kendimiz kahkaha çığlıkları atarken, ağlayanları göz ardı ettiğimiz.
Cildi yüzünden farklı gördüğümüz insanlar,
göz yapısı yüzünden garipsediğimiz,
yaratanın ona makul gördüğü vücut yapısını ayıplayan tiksindirici mahsulleriz.
Arkadaşlarımız var,
en ücra anımızı bile paylaşmak isteyeceğimiz,
arkadaşlarımız var,
yolda görsek selam vermeye çekineceğimiz.
Toplumu kademelendiren insanlar yüzünden başkasını kendimizden üstte veya altta görüyoruz.
Takım elbiselisinden palyaçosuna,
sokakta yaşayanından üniformalısına, gün geldimi aynı kumaşı öpeceğiz.
Bir kumaş parçası mı ötekilerden farklı kılan bizi?
Sadece kadınız, sadece erkeğiz.
Üryanken hepimiz eşitiz çünkü. İyilikten öte bir iz bırakamıyacağımız
yeryüzünde kötülüğün yoluna sapıyoruz.
Android telefonlardan götünün yemediği bir programı açmanı isteyince
''Malesef program durdu'' diye hata verir.
Farkımız mı var Android'den... Bizde gözümüzün korktuğu iş önümüze
gelince yolumuzu çeviririz. Oralı bile olmayız.
Çünkü kaçmak,
savaşmaktan daha kolaydır hepimiz için.
Ruhsal sıkıntılamız var mesela...
İçimizde yol çalışması varmış hisse veren...
Yaşıyoruz ama bilmiyoruz. Dünyevi zevkler dışında görmek istemiyoruz.
Çoğu zaman yaptıklarımızın amacı bile olmuyor mesela.
Düşünüyoruz, ben bunu yapıyorum ama neden yapıyorum diye...
Tıpkı bu yazı gibi. Yazıyorum ama nedenini bilmiyorum.
İçimden geldiği gibi davranmak, yalnızlık, bunalım, mutsuzluk, çaresizlik
her şeyi bu yazının çıkış noktası ilan edebiliriz.
Bir üst satıra çıkıp düzeltme bile yapmak gelmiyor içimden.
İlk defa senli değil, sizli hitap ediyorum. Yazı başlığını hep yazıyı yazdıktan sonra koyarım.
Sebepsiz yere kaleme aldığım tüm bu satırların başlığı
tüm gereksizliğime rağmen
zaman ayırıp beni okuduğunuz için size özel olsun.
Evet, ''Size Özel''

Diyorum ya, hoşuma gitti bu yazı şekli bir kere. Böyle devam.

Kalın sağlıcakla.

©Barney Sikkinson.

Öperun.


16 Eylül 2014 Salı

Ku Klux Klan

Cümleten valar morghulis.

Sende benim gibi karnındaki tarif edemediğin soyut ağırlığı her gün yaşıyorsan gel senle iki sohbet edelim. Bir günde aldığımız ortalama 23.000 nefesin en az 10.000 ini küfrederek, nefret ederek alan biri olarak böyle konuları çok siklemesem de anlatmak istiyorum. Kanıtlarıyla anlattığım onca şeyi götünü gere gere akşama kadar yatarak komplo teorisi diye aforoz eden dallamaların da ayrıca amına koyayım neyse.

Bodoslama konuya geçiyorum.

Ku Klux Klan Dünya'nın en büyük ırkçı örgütüdür. Siyahi karşıtı bir oluşumdur ve bu örgüt öyle hiç de hafife alınacak cinsten bir örgüt değildir. 1865'de kurulan bu örgütün izleri günümüzde hala daha devam etmektedir.


Bu işaret Ku Klux Klan'ın simgesidir. Öyle çok masum gözüktüğüne bakma,


Vodafone'un simgesi Ku Klux Klan'ın simgesine oldukça benzer. 

Vodafone'un Ku Klux Klan ile bağlantısı var desem dediğim gibi birisi çıkıp beni ''Komplo teorisyeni'' diye yaftalayacak. O yüzden ben sana iki farklı simgeyi atıyorum, kendi düşünceni kendin oluştur.

Ku Klux Klan örgütünün en büyük ayinlerinden biri haç yakma törenidir.


Hac yakmayı neye ithafen yaptıklarını anlamışsındır. Tıpkı satanistler gibi dinlerin en önemli noktalarına gönderme yaparak kendilerince bir tepki oluştururlar. Satanistlerin işaretinde olduğu gibi. 


Satanistler nasıl ki ters haçı simgeleri yapıp hristiyanlarla dalga geçiyorlarsa Ku Klux Klan tarikatı da ayinleri sırasında haç yakarak hristiyanlara tepki gösteriyorlar. 


Hani bir aralar Lady Gaga'nın kostümünde de bulunan simge gibi.

 Müslümanların haç gibi bir simgesi olmadığı için direkt olarak Kuran'a saldırırlar. Bunu da direkt olarak değil, gizli olarak yapmayı tercih ederler. Call of Duty oyununda tuvalette Kuran ayetlerinin asılı olması gibi. 


En ünlü ayinini yaparken belli bir sıraya göre dizilirler. Dizildikleri sıra kendi simgelerinde bulunan artı şeklidir. 


Bu simge aynı zamanda tapınak şövalyelerinin simgelerinden biridir. 

Malcolm X zamanında verdiği bir röportajında babasının Ku Klux Klan örgütü tarafından öldürüldüğünü söylemiştir. Kapitalizm yanlılarının neden ırkçılık yaptığını ise tek bir cümlede özetler Malcolm X,

''Irkçılık olmadan kapitalizme sahip olamazsınız.''

Ya bebeğim.

Ku Klux Klan ilk kurulduğu yıllarda örgütün içinde Knights of the Golden Circle (Altın Çember Şövalyeleri) adlı masonik kökenli örgüt üyelerinin çokluğu dikkat çekmiştir. Yeni kurulduğu için finansal zorluk çeken örgütün en büyük finans kaynağı o zamanların ünlü yahudi avukatı Judah P. Benjamin olmuştur.

Amerika'da kurulmuş siyahi karşıtı ırkçı bir örgüt deyince aklına ilk gelen isim eminim Obama olur. Zaten Obama'nın başkan seçilmesinin ardından adlarını duyurmak için tekrar sokaklara inmişlerdir.


Sırf adlarından daha sık bahsettirmek için sokakta herkesin görebileceği şekilde ayinlerini gerçekleştirmişlerdir. 


Obama'ya alenen tehdit mesajları veren Ku Klux Klan, 2011 yılındaki bu ayinlerini fotoğraflayarak basına göndermiştir. 

 


Hatta öfkeleri o kadar büyüktür ki, üzerinde Obama'nın fotoğrafı olan tuvalet kağıtları bastırmışlardır ve tüm örgüt üyeleri o tuvalet kağıdını kullanmıştır. 


Al bak gözdağı vermenin dik alası. 


Artık durum öyle bir hal aldı ki, ritüelleri bittikten sonra poz verip bunu basına vermeye çekinmez oldular. 


Bir de beni tek çek.



KKK elemanlarını çocukluktan ele alarak yetiştirmeye başlar. Kandırılması en kolay beyinlerin çocuk olduğunu bilen bir kişi için o çocuğu istediği ideolojide yönlendirmek hiç de zor olmasa gerek. 


Irkçı doğulmaz, sonradan öğretirler. Hazır yeri gelmişken kızın sağ tarafında bulunan işaretinde temelini göstereyim.


İsrail'i al arkana, koy götüne rahvan gitsin ondan sonra he? Sikerler Kamil, hepimizi alimallah. 

Peki hep böyle gösteriyoruz iyi güzel de hiç bunlara ''Bir dur allasen zaten ortalık karışık'' diyecek bir babayiğit çıkmıyor mu? diye içinden geçirebilirsin. Elbette çıkıyor. Öyle serbestçe geziyorlar dediysek o kadar uzun boylu değil. Mesela sen KKK karşıtı bir grafiker zenci olsan ne yapardın? Muhtemelen bu blogda gezinmezdin amk. Boşver sen gene sen olarak kal. 


Başka yerdeki grafiker bunu yapıyor işte. Bu ve bunun gibi birçok ırkçılık karşıtı eylem var zaten bilirsin.


Fakat bu grafitinin ömrü uzun olmamış pek. Amlarına koyayım ben onların çok ayıp etmişler.


Tabi KKK'nin içinde gay olan ırkçılarda yok değil. LGBT Ku Klux Klan New Mexico şubesi 1/A sınıfı. 


Herkesin severek taktığı ismi ''Kukuleta'' olan o şapka türü ''Ku Klux Klan''dan gelir. Şekli Ku Kluıx Klan üyelerinin giydiği elbisenin baş kısmından alınarak yapılmıştır. 

Ku Klux Klan'ı falan öyle haberlerde duyma şansın yok. Sadece birkaç yerde adını duyarsın, geçer gider. Televizyondan bir sik öğrenebilen biri var mı aramızda? Şaka maka medya çok sikten lan. Neden hiç kimse doğruyu değil de ilgi çekeni göstermeyi özümsüyor? Aynı anda 5 haber kanalı takip etmek zorunda kalmıyor muyuz her akşam?

Akp'yi anlamak için bir kanal, cemaati anlamak için bir kanal, Chp'yi anlamak için bir kanal, öte yandan Mhp geliyor. Bdp'yi es geçmeyelim. İyi de ben her gün haber dinleyeceğim diye beyin amcıklaması geçirmek zorunda mıyım aga? Bak bak şimdi safsatalığa bak. Cemaat kendini sevdirmek için kendini öven haberler yapıyor, keza Chp öyle, Akp kendini savunmak için medyayı kullanıyor, Mhp bir köşeden anlatmaya devam ediyor. İşin garip yanı -neredeyse- kendi seçmenlerinden başka hiçbir kimse o kanalları rakip kanal olarak gördüğü için takip etmiyor. Edenler vardır tabi ama çok nadir. ''Lağn amuğa koyim o gomunistin kanalını ne izliycem ben lan.'', ''Yaa bırak şu gevezelerin kanalını anca kendilerini överler.'', ''Bak görüyor musun hala daha kendini övüyor, çabuk değiştir şu kanalı.'' Eee güzel kardeşim? Ne kaldı ortaya? Sürekli kendi oğlunu öven mahalle karısından ne farkınız kaldı? Ya ben sizin medyanızı sikeyim afedersiniz. Ulan hadi bunu geçtim. Diyelim günde 5 gazete alabilecek kadar zengin bir adamsın. Hangisi doğru söylüyor? 5 farklı kafadan 5 farklı ses işitiyorsun haliyle kafan allak bullak oluyor. Bu yüzden yerlerdeyiz. Dalga geçiyorlar bizle haberimiz yok. Şu videoyu izle gözünü seveyim. İzle bak ki ne haldeyiz Dünya'nın gözünde. Fakat gel gör ki bizim medyamız bu videoyu ''Erdoğan'a alçak kampanya'' başlığı altında yayımlıyor. Medyamızın yaptıkları ne yazık ki tek kelimeyle safsatalık. Bir günde Türkiye'nin yüzde 45'i gazete okuyor. Bu haber doğrudur, günde 5 milyona yakın gazete satılır, 25 milyona yakın insan ise göz gezdirmekten ibaret bile olsa gazete okur. Fakat okuyan hep kendi tarafı olan gazeteyi okuyor. Diğer gerçekleri görmüyor, görmek istemiyor, veyahut görmezden geliyor. Her gün bilmem neyde birinci sıradayız diye haberler izlersin daha sonra Avrupa IQ seviyesi ortalamasında sonlarda olduğumuzu görünce dumura uğrarsın. Tabi ki de sonlardasın pezevenk. Hayallerimiz hep üst seviyede de, yaşayış şeklimiz sürünüyor.

Yazının sonunda yorumlarda herhangi bir görüşten insan bana laf kalabalığı etmesin diye kendisine peşinen şu paragrafı armağan ediyorum:

Sana sana sana, hepinize be. Rezil iğrenç yaratıklar. Hiç mi insanlık yok sizde ha? Nedir bunlar ha nedir? Nasıl yaparsınız bunca şeyi o tertemiz insanlara? Onlar özgürlük istiyor, eşitlik istiyor. Onlara yardım elinizi uzatacağınıza birde utanmadan, sıkılmadan alay ediyor, küçük görüyorsunuz. Aslında alay edilecek, küçük görülecek birileri varsa o da sizlersiniz. Hiçbir işe yaramayan asalak gibi yaşayan sizler. Utanacağınızı bilsem yüzünüze tükürmek isterdim ama ondan da anlamazsınız ki siz.

Tabi günümüze coverlanmış hali de var, ''Ulan hepiniz oradaydınız be.''

Hiç.

Neyse birazcık ara. Yolcuların dikkatine, kaptan pilotumuz 15 dakikalık ihtiyaç molası vermiştir. Kemerlerinizi bağlayın ve boyutlar arası geçişe hazır olun.

3 sene öncesine kadar götüreyim seni. 22 Temmuz 2011'de yaşanan ve ''2011 Norveç Saldırıları'' diye hafızalara kazınan olaydan belki haberin vardır. Saldırıların faili Anders Behring Breivik Norveç'te 91 kişinin canına kıymış, ve çıktığı mahkemede nazi selamı yapmıştır. Kendisi aşırı sağcı, ırkçı ve bir o kadar da İslam karşıtıdır. Norveç saldırısı Türkiye'de nasıl yankı buldu biliyor musun?


Norveç'in 11 Eylül'ü diye. Evet canım. 

Şimdi kameralarımızı katil Breivik'e çeviriyoruz. Yo bitch, sendeyiz.


Mason? Yea baby, i'm sorry. 


Aynı zamanda bir Counter Strike oyuncusu. Fakat bize lazım olan kalbinin üstündeki az önce bahsettiğim sembol. 


Giydiği elbiselerde malum işareti eksik etmeyi unutmuyor. Irkçılıkta çağ atlamış bir adam elbet KKK'yi bilmeyecek değil. 


Keza onu yalayıp yutma derecesinde bilecek biri. Boynundaki sembole zoom.

Spor haberlerinde sık sık karşımıza çıkar, güleç yüzlü bir bayan spiker başlar haberleri sunmaya, ''Barcelona maça  'No to racism' yazılı pankartlarla çıkarak ırkçılığa olan tepkisini gösterdi.'' Bla bla. Aynı spiker, 2-3 haber sonra ise şu haberi sunar, ''Balotelli'ye ırkçılık şoku. Sahada Balotelli'ye muz atan taraftara linç girişimi...'' Karmaşıklıkta level atlayan kör budalalar sizi.

Breivik feyizli bir abimiz olmasının yanı sıra hemde Bohemian kulübü üyesidir.


Bir zamanlar George Bush'un da üye olduğu o kulüp, Bohemian kulübü. 


Bohemian kulübünün simgesi baykuştur. 


Ritüellerini büyük bir baykuş heykeli önünde gerçekleştirirler. 


Ateş yakarak. 


Baykuş deyip geçmiyor ve 1 doların üzerinde bulunan gizli baykuş resmini de gösteriyorum. 

Şimdi ben sana önceki yazılarda (Bkz: Olası Sahte Uzaylı Saldırısı ve Medya Palavraları) caddelerin, sokakların hatta ve hatta şehirlerin birer matematik düzleme göre inşa edildiğini söylemiştim di mi? Söylemiştim. İşte bu Bohemian kulübü üyeleri de bu konuda boş durmuyor.


Burası neresi hacı abi? 


Yolların ve binaların baykuş oluşturması tesadüf olabilir mi ey insan? 
Google Earth diye bir şey var hınfığını siktiğimin. Aha da tam buradan gir de bir bak bakalım böyle bir şey var mı yok mu? Hepimizi domaltmışlar götürüyorlar haberimiz yok.

Adamın oturduğu ev üzerinden mesaj verecek kadar cesareti bulabiliyorlar. 

Google Earth, güzel program aslında. Arada girip bi dünya turu yap sende. Ne biliyim Amerika'ya falan git olum. Hem orada kızlar teklif ediyormuş öyle diyolla. 

2012 Londra Olimpiyatlarının madalyonunu göstereyim, 


Herhangi bir terslik sezdin mi? Düzlük? Normallik anormallik? Hiçbiri mi yok?


Bir beyle bak. Baykuş neyin simgesiydi? Bohemian. Bohemian'a kim üyeydi? Breivik. Breivik kimdi? Saldırıları düzenleyen aşırı ırkçı bir insan. Gördün mü gavur sıfatlıyı nereden nereye bağladı konuyu. 


Madalyonun kocamanlı halini atayım da yakından bak. 

Şimdi bu Ku Klux Klan'a nerden geldik, niye anlattım falan bende bilmiyorum. Ku Klux Klan sisli bir günde okul kütüphanesinde Sherlock Holmes'un ''Beş Portakal Çekirdeği'' hikayesini okurken karşıma çıktı. Hazır kütüphanedeyken birkaç ansiklopedi araştırıp ne olup bittiğini daha iyi anlamak istedim. Gerek internet gerek ansiklopedi yardımıyla bu kadar bilgiye ulaştım. Şuraya tıklayıp sende Sherlock Holmes'un o hikayesini okuyabilirsin. Sherlock Holmes iyidir, okuyun okutturun.

Lan canım sıkıldı yazı da bitmek üzere hazır beraberken size ekonomiyle ilgili ufak bir aydınlatma yaşatayım. Konudan bağımsız ama lazım olur ilerde, ortamlarda falan hava atarsınız. Gelişmekte olan ülkeler kendi vatandaşına para verebilmek için dış ülkelerden veya dış bankalardan yüklü miktarda borç para alır. Bunu genellikle bankalar yapar. İşte buna ''Sıcak para'' denir. Duymuşsunuzdur ülkeye sıcak para giriş yaptı gibisinden. Bankalar daha sonra ödemek koşuluyla bu parayı alır ve kendi halkına çeşitli kredi imkanlarıyla çeşitli faizlerle bir güzel dağıtır. Har vurup harman savurur. İşin kilit noktası, bankaların bu dağıttığı parayı anında geri alamamasıdır. Kimi 5 sene kimi 10 sene içinde taksit taksit ödeyeceği için bankalar verdiği borçları hemen alamadığı için aldığı borcu hemen ödeyemez. Basit bir örnekle daha somut hale getiriyim kafanızda. Bir bakkal 20 tane teneke kola satın aldı diyelim. Ödeyeceği fiyat 40 tl olsun. Kolayı veren toptancı parasını trink alacağı için bakkaldan direkt 40 tl sini alır ve yoluna devam eder. Bakkal tanesini 2 tl den aldığı kolayı 3 tl ye satsın. Eğer bakkal 40 tl verdiği anda 60 tl yi cebine indirseydi kar seviyesi müthiş olurdu. Fakat, bakkal 40 tl yi peşin verip, 60 tl yi uzun vadede taksit taksit alacağı için kar seviyesi o kadar da iyi olmayacaktır. Kapiş? Bizim bankalarımızda aldığı borcu trink diye ödemek zorundadır. Fakat verdiği borcu anında geri alamaz. Borcunu ödeyemeyip hapis yatmayı tercih edeninden tut da borcunu uzun uzadıya vermek isteyenine kadar bir çok sorunla karşılaşır. İşte ekonomide tam bu noktada sıçar. Ve olan gene banka kredisi ödeyerek hayatını devam ettirmek zorunda olan gariban halka olur. Eşek oldukça semer vuran da çok oluyor işte. Eğer bir ülkenin ekonomisinin iyi olması isteniyorsa o ülkede ''Ülkeye sıcak para giriş yaptı'' haberini yaparak böbürlenen insanlar olmamalıdır. Sıcak para giriş yaptı evet, ama neremize? Nerelerimize girdi o sıcak para haberimiz yok. Yalakalık uğruna mesleğini doğru yapmayan ekonomi sayfası yazarlarına tek cümlelik sorum var. Borç alan mı zengindir borç veren mi? Tefecinin tinerciden zengin olduğu nerede görülmüş gözünüzü seveyim.

İyi kötü bir yazıyı daha bitirdik. Yazmaya vakit bulduğum an yazma sözü vermiştim. Bugün izinli olduğum için pılımı pırtımı toplayıp bu yazıyı yazmaya giriştim.

Çok farklı dallarda farklı çeşitlerle gene karşında olacağım.

Şimdilik kendiye iyi davran, diğer yazılarda da burada ol.

©Barney Sikkinson.

Öperun.