büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.


''Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.'' -Mustafa Kemal Atatürk

30 Kasım 2014 Pazar

Çizgi Filmlerle Yönetilen Dünya

Cümleten valar morghulis.

Bugün acayip şeylerden bahsedeceğim biraz. Şaşırtmaya hazırım, şaşırmaya hazır ol.

Çocukluğumuzdan başlayıp beynimizin içine kütür kütür işletilen ideolojileri, en masum olduğumuz, hiçbir fikre sahip olmayıp tamamen çocuk olduğumuz yaşlarda kapitalizm, komunizm gibi fikirlerden nasıl haberdar olduğumuzu özetleyeceğim sana.

Şirinleri izledin, Mario'yu oynadın, Ninja Kaplumbağaları izledin ve hepsinin hayranı oldun. Herkes gibi. İzledikten sonra aklına en ufak bir art niyet gelmedi, çünkü çocuktun. Michelangelo'nun, Leonardo'nun isimleri altında hiçbir bit yeniği aramadın, çünkü çocuktun. Mario'da bölüm sonuna gelince yeşil bayrağı indirmek için en üstüne atlamaya çalıştın, kötü bir niyetin yoktu, çünkü çocuktun. Şirinleri izleyip Gargamel'e sinir oldun, Şirin Baba'nın şapkası niye kırmızı diye hiç merak etmedin, çünkü çocuktun.

Ama ne yazık ki sana o çizgi filmleri hazırlayan çocuk değildi. Çocukların en kolay kandırılabilecek insanlar olduğunu bilen büyük insanlardı.

Şirinler, komunizm propagandası,

Mario, komunizm propagandası,

He-Man nazi propagandası,

Ninja Kaplumbağalar ise emperyalizm propagandası yapar.

Şaşırma yanağından makas aldığım. Gel otur laf dinle.

Sırayla anlatmaya başlıyorum.

Şirinler senin de bildiğin gibi komunizm propagandası yapar.

Köyde herkesin kendine ait bir işinin olması,
köyde para denen kavramın olmaması,
tembel şirinin hiç iş yapmayarak diğer şirinlerden farkı olmaması,
köyde bir tane bile ibadethane bulunmaması gibi detaylar şirinlerin komunizme atıfta bulunduğunun birkaç kanıtıdır.


Şirinleri başında bulunan şapka, Frigya Başlığı diye adlandırılan şapka çeşididir. 

Frigya Başlığı XVIII. yüzyılda (18 amk 18) bağımsızlığın ve özgürlüğün simgesi haline gelmiş ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nda bir özgürlük bayrağının üzerine asılı bırakılmıştır. 


Hala daha ABD Senatosu'nun simgesinde Frigya Başlığı yer almaktadır. 


Sosyalist rejimle yönetilmeye devam eden Küba'nın devlet armasının üst bölümünde de Frigya Başlığı yer alır.


Özgürlüğü ve bağımsızlığı simgeleyen bu başlık tüm şirinlerin kafasında bulunur. Lakin sadece bir tanesinin rengi kırmızıdır. Bu da ak sakalıyla, kızıl şapkasıyla ''Karl Marx''ı andıran Şirin Baba'dır. 


Şirin Baba Karl Marx'ı betimler. 


Aynı şekilde Gözlüklü Şirin ise Lev Troçki'yi simgeler. 

Gözlüklü Şirin'in Şirin Baba ile girdiği her tartışmayı kaybetmesi = Lev Troçki'nin Stalin ile girdiği siyasi tartışmaları kaybetmesi.

Gözlüklü Şirin'in Şirinler Köyü'nden kovulması = Lev Troçki'nin Sovyet Rusya'dan sürgün edilmesi.

Anladın mı benim canım yavrum? 

Azıcık mola verip bazı şeylere değineyim. Sonra vakumlu poşet misalinde toplarım hepsini bir araya.

Sen doğal olarak ''Neden çizgi filmlerle böyle yöntemlere başvurmuşlar ki?'' diye geçireceksin içinden. Korkma ben senin yerine de geçirdim. Evet geçirdim. 22-23 yıl öncesine kadar, yaşadığımız Dünya iki farklı kutba ayrılıyordu; Amerika ve Rusya. 22-23 yıl dedim çünkü Sovyetlerin çökmesiyle soğuk savaş bir nevi bitti sayıldı. Rakipsiz kalan ABD, savaşacak birini bulamayınca kendine düşman olarak ''İslam'' ı seçti. Neden savaşacak birini arıyor dersen, eğer bir ülke -ki bu ABD gibi bir ülkeyse- rakipsiz kalmışsa kendiyle savaşır. İç savaşa sürüklenip kendi kendini bitirir. Bu yüzden yüzeysel de olsa savaş şarttır. Kana doymamak budur. Rekabet yoksa güç de olmaz. Kapiş? Her neyse. 

Soğuk savaş dönemi öyle bir hal almıştı ki karşılıklı çatışmalar her alanda boy gösterdi. Her iki tarafta tüm Dünya'ya kendi fikrini benimsettirmek istiyordu fakat insanlara ulaşım bir hayli zordu. İşte tam bu yıllarda kötü emellerin ekmeğine yağ sürecek teknoloji hızır gibi yetişti ve her eve girerek insanları uyuşturan çağımızın kitle imha silahı televizyon icat edildi. 

Soğuk Savaş Sovyet Rusya'nın çökmesinden sonra bitti denilse de gelişen teknoloji karşısında her iki ülkede eli boş durmuyor. İnternetin beklenilenin ötesinde hızlı yayılmasının ardından ilk adımı ABD atarak Google'ı kurdu. Eee Rusya bu ya, boş durur mu... Yapıştırıyor cevabı. Ve ortaya Yandex çıkıyor.


Biliyorsun di mi bu reklamı? Arkadaş ortamında yeri geldiğinde şakasını bile yapıyorsun hatta.


Verilen bu sübliminal mesajı biliyor muydun peki? O bir şey bilmediğini söyleyen kişinin Google'ı temsil ettiğini öğrendin az önce. 

İşte savaş budur. Silahsız, kan dökülmeden yapılan savaştır. Soğuk savaşın temeli 'itibarsızlaştırmak'tır. Bir nevi siklememektir. Ve itibarsızlaştırma politikası öyle güçlü bir silahtır ki vurulduğunda tedavisi zordur. Çünkü vücuda isabet eden bir kurşundansa beyne isabet eden fikir daha tehlikelidir. Toplumda değeri düşene kimse ilgi göstermez. Evine aldığın yeni bir sıvı sabunu ilk kokladığın anı hatırla mesela. O an o koku sana o kadar değişik ve vazgeçilmez gelir ki hayatım boyunca o sabunu kullanabilirim dersin. Sadece 1 hafta sonra sabunun kokusu sana eskisi kadar güzel gelmez. Alışmışsındır çünkü. Tıpkı sıktığımız parfümün sonradan bize kokmayıp diğerlerine harikulade geliyor olması gibi. Tıpkı ilk duyduğunda kullanmak için can attığın 'spesifik' kelimesini biraz zaman sonra duyunca midenin bulanması gibi. Tıpkı Uefa kupasını gibi daşşaklı bir kupayı alma başarısını gösteren Galatasaray'ın o başarıdan söz edemeyecek hale getirilmesi gibi. Tıpkı melodi sesi yaptığın o çok sevdiğin şarkının bir zaman sonra güzel gelmemesi gibi. Tıpkı Andımız'ın, T.C ibaresinin kaldırılması gibi. Tıpkı çocuk katilinin adına İmralı diyerek, sayın sıfatı kullanılarak samimi gösterilmesi gibi. O yüzden, 'alışmak' kadar illet bir şey yoktur emin olun. 

Bizi alıştırmak isteyenlere inat, ötekileştirip algı yönetimi yapmaya çalışanlara inat, değerlerimizi itibarsızlaştırmaya çalışanlara inat savaşı kendi beyninde başlatman gerekir. İster inan ister inanma bunun tek yolu kitap okumaktır. Bak mesela, şu an senin gözünde kitap okuyan bir inek olarak belirdim. İşte bu yobazlığın, bağnazlığın kitap okuyanlara bakış açısının ne kadar alıcısı olduğunun göstergesidir. 

''Sübliminal mesajı görünce ne oluyor ki?'' Bak bu bir SSS. 'Sıkça sorulan soru' Bende onlara SOS 'Alarm' diyorum, anlamıyorlar. Sübliminal mesajın zararı şudur, bundan 10 sene öncesine kadar google da meme fotoğrafı görünce kafan tavana vururken, şimdi Kim Kardashian'ın götünü görünce yaprak kıpırdamamasıdır. Sıradanlaştırır, köreltir. 

Tamam.

Konuya dönüyorum. 


Mario giysi olarak kendine devrimin rengi olan kırmızıyı seçmiştir.


Super Mario'da herkesin 5000 puan almaya çabaladığı, turun sonundaki o yeşil bayrak iner, Mario yerine ''Kızıl Yıldız'' bayrağını göndere çeker. Kızıl yıldız, komünizmin simgesidir. Sizi şöyle alalım.

Bütün turları geçtikten sonra Mario'nun prensesine kavuşması için tek engel kapitalizmi temsil eden Kral Koopa'dır ve onu da alt edince prensese kavuşur. Gerisi malum, la pompe el pompier la pompina.


Bayrağı erken sürede kurtaran ise havai fişeklerle ödüllendirilir. 

Tabi kendini Sherlock Holmes sanan araştırmacı idealist üniversite genci burada bana ''Onun bayrakla ne alakası var yea, oyunu erken bitirdi diye patlıyo onlar'' diye isyean modunda takılacak, bende gelişine rövaşatayla ''Bre amına koduuum teleferiği, bu oyunun amacı prensesi kurtarmaksa, niye prensesi kurtarınca havai fişek atmıyorlar da kaleyi kurtarınca atıyorlar?'' diye cevaplayarak esnaf tükmüğü gibi onu oraya sıçırttırarak evine postalayacağım. Hemde karşıdan ödemeli. 

Mario, gerek giydiği tulumla gerekse bıyığıyla işçiyi betimler.

Konu ile ilgili şu kısa animasyonu izlemeni şiddetle tavsiye ediyorum. 

Komünizmde özel mülk yoktur. Tüm mal devletindir. Mario'da her bölüm yüzlerce coin toplarsın fakat bir daha ki bölüme tekrar sıfır coinle başlarsın. Oyunu Bilal yapmadığına göre, bu parayı başka kimse sıfırlamadı herhalde. Oyunun bu bölümü komünizmin özel mülk bulundurmadığını betimler ve ona atıfta bulunulmuştur.

Ben bu yazıyı yazmaya 2014 Haziran'ında başlamışım. Twitter adresimden yazıyla ilgili birkaç görsel paylaşmıştım hatta. Anlattığım şeyi tam olarak bilmediğim için gittim, iki ciltlik, 1390 sayfalık Das Kapital'i okudum da geldim. Anlatıyorum ama bir yerlere dayanarak anlatıyorum inan. Nalbur değiliz burda. Anlattığım boşlukta yüzmüyor, tutunacak bir dalı illa ki gösteriyorum sana. Hala daha anlamak istemiyorsan günah benden gidiyor hacı ben napayım.


He-Man'e geçiyorum. Kendisi ''Gölgelerin gücü adına, güç bende artık'' diye ortalıkta gezinen bir vatandaş. Bizi daha çok göğsündeki sembol ilgilendiriyor. 

Şu an aklında bir Alman erkeği tasarlasan tasarladığın kişinin saçları sarı olmaz mıydı? Sarı saç Alman erkekleriyle örtüşmemiş midir? He-Man'in sarı saçlı olması da Alman gibi gösterilmek istenmesinden kaynaklanır. 


O sembol, Nazi Almanya'sının 2. Dünya Savaşı öncesinde kullandığı sembollerden biridir. 


Sembol dediysek basite almayacaksın. Biliyorsun bu işi yapanların sembole ne kadar önem verdiğini. 


He-Man'in böğründe bulunan simgeyle Hitler'in galbinin orta yerinde bulunan simgenin ne farkı var? Tıpatıp aynısı moruk. ''Gölgelerin gücü adına'' değil de ''Heil Hitler'' dese kim şaşırırdı? 

Bunu niçin yapıyorlar dersen, bu, Dünya'nın en vahşi diktatörünü iyimser göstermek için yapılır. Kana doymayanı, kanla beslemek için yapılır. Yersen. 

Gene mola anasını satayım. Mola veriyorum, gazı alıp alıp yardırabilmem için.

Aranızda bana neden böylesin diyen, niye yazıyorsun ki veya kendini ne zannediyorsun diyen yetmeler var. Değerli yarak beyinli arkadaşım, ben kendimi bir bok zannetsem burada sana laf anlatmaya çalışır mıyım? Madem ki bir bokum, gider işime bakarım de mi. Hiçbir sike yaramadığım için yazıyorum ulan bunları. Baltaya sap olabilmiş odunun kerestecide işi ne hınfığını siktiğimin? 

Lan gavat, evinde yemek pişirdiğin ocağın nasıl çalıştığını biliyor musun? 


Bunların hepsi aynı anda yanmıyor. İlk önce biri yanıyor, yanan yanındakini yakıyor, böyle böyle hepsi yanıyor. 


Kibritten de örnek vereyim. Şu an bu kibrite ateş verirsen ne olur? Önce ilk ateş verdiğin yanar, sonra o diğerini tetikler ve sonuç olarak hepsi yanar. En sonunda ortaya büyük bir alev çıkar. Bir nevi birlikten güç doğar. 

Aynı ocak ve kibrit örneğinde söylediğim gibi, önce bu işi birinin başlatması lazım. Fitilleyen olmadı mı ortaya ateş çıkmaz. 

O yüzden bok atmaya çalışan ibbina, ben bu blogda sana ilk ateşi vermeye çalışıyorum yavşak. Onu diğerine geçirip geçirmemek senin elinde. Eğer sende yanındakilere örnek olmaya başlarsan işte o zaman ortaya büyük alev çıkar.

Ninja kaplumbağalara geçiyorum. 

Sen hiç hayatında yeşil kaplumbağa gördün mü? Nadir. Peki pizza yiyen bir kaplumbağa? Düda. Höst. 

Soğuk savaşta boşta kalmak istemeyen ABD Rusya'nın yaptığını kendi yapmış olamaz mı? 

Ninjaların adını hatırlayalım istersen. 

Leonardo,

Raphael,

Donatello,

Michelangelo? 

Doğru mudur? Peki neden böyle bir isim almışlar? ''İtibarsızlaştırmak'' için yeğenim. Leonardo, Michelangelo bunlar kim ki bu kadar basitleştirmeye çalışsınlar? Oku ulan şu yazıyı. Kimmiş neymiş gör. Bugün bildiklerinin temeli nereye dayanıyor anla.

Peki bu Ninja abilerin en büyük düşmanlarından biri kim. Uzaylılar değil mi? Bunu da oku ulan o zaman. Niye uzaylılara bu kadar takmış durumdalar bak da gör. 


Ninjalar aşırı derecede pizza tutkunudur. Çünkü kapitalist bir toplum tüketim toplumudur. Bunların amacı tüketim toplumu oluşturmak, bir şey üretmeden sadece tüketerek yaşayan insanlar yaratmaya çalışmak değil miydi? Ee bundan daha iyi alt mesaj mı olur sayın beynine sıçtığım? 

Yeşil kaplumbağa türü çok azdır. Ama ninjalar yeşil renktedir. Peki dolar hangi renk? Ah benim bebeğim ah.

Sen eşşek olunca semer vuran çok oluyor işte. Eşek değil bak. Eşşek. İki ş yle. Bastıra bastıra. 

Ya işte muhtar. Her şeyin altında bit yeniği aramanın doğurduğu sonuçlardır bunlar. Bunları bilmek öyle zor bir şey değil. Kutsal kase değil amına koyim bu bilgilerin hiçbiri. Öğrenmek için sadece istemen önemli. 

Güç, güçtür der bazı kaşarlar, onlara yanlış olduklarını söylemenin zamanı geldi. Çünkü, bilgi, güçtür. Asalak gibi yaşamamız için artık bir sebep yok. Her ne görüşteysen senin karşı görüşün seni yenebilmek için gece gündüz çalışıyorsa sende onu yenmek için çalışmalısın.

Yo, sakın yanlış anlama. Ne sana öğüt veriyorum ne de kişisel gelişimcilik oynuyorum burada. Kişisel gelişimden zerre haz etmem. Zira etrafımız önce ''Kendinize güvenin'', ''Siz başkasınız'', ''Kesinlikle başarabilirsiniz'' diye öğüt verdikten sonra kendine güvenince sana ''Egoist'' yaftası yapıştıracak orospu çocuklarıyla dolu. Ben onlardan değilim. Benim için önemli olan az önce dediğim gibi sana o ilk ateşi verebilmek. 

Benim gibi bir it suratlı bunu becerebiliyorsa, sen hayli hayli becerebilirsin. Nefes almak bile gelmiyorken içimden, yaşama tutunmak için bir tane bile insan yokken etrafımda ben hala çırpınmaya, akıntıya karşı kürek çekmekte çekinmiyorum. Aydınlık ülkenin yobaz şehriyim anlamıyorsun.

Ve unutma, bu dünyada savaşları kaybedecek kadınları olmayanlar kazanır. Boşuna da dememişler dünya kadar malın olacağına fındık kadar amın olsun yeter diye. 

Her neyse. Her şeyden önce kendine iyi davran hacı. Sonrasını hallederiz bir şekilde. 

Seviyorum sizi güzel insanlar, iyi ki varsınız. 

Allah'a emanet. 

©Barney Sikkinson

Öperun. 


27 Kasım 2014 Perşembe

Bobiler & İnci Caps

Hacı orada o capslerle monteleri yapan kişi benim.

Blogdaki ciddiyetimden dolayı böyle işlerle uğraşmayacağımı sanıp onu sahte hesaplar zannedenler olmuş. Henüz sahte hesabım olacak kadar ünlü de değilim yani raad olun.

Sadece bu konuya açıklık getirmek istedim.

İnci Caps hesabım, budur.

Bobiler hesabım ise, aha da budur.

Doymayan için facebookta da sayfam var. Mesaj atıp aklında kalanları sorabilirsin, öylesine sohbet amaçlı da mesaj atabilirsin. (00:00 dan sonra cevap vermiyorum. (Kerhane mi sandın?)) Kendisi de şu an şuralarda takılmakta.

Gene de doymuyorsan çüş. Gel bir de beni s...

Neyse.

''Sev'' olacaktı orası, fesatlığına başlattırma. Sevilmeyi sevmediğimden yani hehe.

Karışıklık olmasın deyine köşeye bir yere sıkıştırıvericem bu yazıyı da.

Blog aynen devam edecek. (Durmak yok yola devam.) Bazı montajlar yüzünden davalık olma ihtimalim de varmış. (Dik dur eğilme.) Her şeye rağmen doğruyu söylemeye devam edeceğim. (Sağlam irade.) Çok süper bir yazı geliyor 2 gün içinde. (Hayaldi gerçek oldu.) Tabi sadece o yazıyla kalmayacağım, sürekli yeni yazılar yazıcam. (Hedef 2023.) Bu kadar az yazı paylaşıyorum diye kızıyorsunuz önceden yazdıklarım yetmiyor mu ki? (Yetmez ama evet.) Bok atanlar karşısında asla eğilmeyeceğim. (Sen Domalan'sın büyük düşün.)

Heheh.

Daha da diyecek sözüm yok.

Hadi Allah'a emanet.

2 Kasım 2014 Pazar

Size Özel

Troll olmayı komiklik sanıp, salağa yatarak
komik olduğunu sanan ruh hastası
bir nesil yetişiyor.
Bu durum jenerasyon değişikliğinin bu kadar hızlı
olabileceğini tahmin edemeyen biz ''eski kafa''lara her ne kadar
zor gelse de, bahsettiğimiz nesle göre sıradan ve normal gözüküyor.
Kusura bakmayın,
hiç de normal değil. Normal derecede anormal.
İşin kötüsü, aptallığı normal gören gençlik
ne kadar aciz olduğunun farkında değil.
Birinin yakalarından tutup silkeleyerek kendine getirmesi,
bu durumu kökten düzeltmesi gerek.
Muhtemelen önümüzdeki 10-15 yıl
şimdikilerin yenisi, geleceğin eskileri için psikolojik bir savaşla geçecek.
Düzeltilmesi gereken gelecekte olacaklar değil,
şu an yaptıklarıdır.
İlgi orospuluğunun bu kadar tavan yaptığı,
karşılıksız iyiliğin sıfıra indiği başka bir zaman daha yoktur.
En verimli yıllarını odasında iç savaş yaşayarak geçiren bir
gençlikten yaptırım beklemek akıl tutulmasıdır.
Zira,
''Yarram'' kelimesini en yakın arkadaşına hitaben kullanmayı yadırgamayan bir gençlik var.
Cümlesinden ''Amk'' kelimesini eksik etmeyen çözülememiş bir kafa var ortada.
Yayvanlıkla gelişen bir jenerasyon yetişiyor iyi mi...
Bunalım, depresyon lafının 10-12 yaş düzeyine indiği bir toplum.
Hakan Hepcan gibi bir dallamaya ünlü sıfatı verecek kadar
değişik bir gençlik geliyor ki arkamızdan sormayın...
Yavaş yavaş değil hücum edercesine,
çılgınca koşarak geliyorlar hemde.
Birinin çıkıp da ayağını uzatması,
bu koşmayı asfalta yapıştırırcasına yavaşlatması gerekiyor.
Vıcık vıcık aşk kitaplarından
size de gına gelmedi mi? Okuduğunuzu idrak edemeyecek kadar mı
körleştiriyor sizi okuduklarınız?
Ne tür kafa yapısına sahipsiniz lan siz? Vicdanınızın külleşmesi,
vicdanınızı sızlatmıyor mu?
Beni dinle lan beni. Senin ülkende, taşına toprağına canını vereceğin,
hepimizin mirası Türkiye'de... Nato'nun en büyük 2. ordusunun,
700.000 kişilik ordunun komutanına,
Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanına ''Terörist'' dediler.
Sustun. Sustum. Hepimiz sustuk.
Kafası çalışanları içeri tıktılar,
okula değil de Silivri'ye gitseydik okumaya, aydın olarak mezun olurduk hiç olmazsa.
Berkin Elvan'ın annesini yuhalatıp, eli palalı herifleri kolladılar.
Milyonları götürdüler, haksız(!) bulundular, yetmiyormuş gibi
''Haksız tutuklama ve gözaltı tazminatı'' aldılar.
Fakirleri doyursak sorun bitecek de, zenginleri doyuramıyoruz işte.
Atatürk ''Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.'' derken,
bahsetmek istediği ''kayıtsız şartsız millet'' değildi, ''Kayıtsız, şartsız, millet'' ti...
Kime neyi anlatıyoruz ki biz,
anlayana sivrisinek saz, anlamayana sazı soksan az.
Aslında hayatımızda Game of Thrones kadar acımasız,
Lost'un finali kadar hayal kırıcı, How I Met Your Mother finalinin son 2 dakikası kadar saçma,
Breaking Bad'in ''Fly'' bölümü kadar gereksiz şeyler oluyor bakma sen.
Tüm yaptıklarımız komik olsa da sesimiz çıkmıyor. Bir nevi gülünecek halimize susuyoruz.
Korkularımız var mesela,
yer yer düşünmemizi engelleyen, yeri geldiğinde titreten.
Karşı yönden üzüntülerimiz göz kırpıyor. Her damlada bir parça üzüntümüzü
bırakıyoruz yanaklarımıza.
İnan, en çok derdimizi dinleyendir yanaklarımız. Sevinçten de ağlasan,
üzüntüden de ağlasan ilk ona döküyorsun duygularını. Sert gelen topu önce o yumuşatıyor,
sonra kademedeki arkadaşının koşu yoluna dağıtıyor üzüntümüzü.
Sevdiklerimiz var,
kimisini canını verecek kadar seversin, kimisinden canını almak
isteyecek kadar nefret edersin.
Sevgililerimiz var,
bir mesajımızla mutlu edebileceğimiz; ama naz yapmak için o mesajı kıyamadığımız.
Uykularımız var,
kimi zaman irkilerek uyandıran, kimi zamansa
en egzotik maceraları rüya paragrafı altında bize yaşatan.
Değer vermiyoruz. Ne zaman biri gelip onu bizden almaya kalkışsa, o zaman anlıyoruz.
Sevmek nefes almak gibi geliyor bize.
Niyeyse hepimiz o nefesi tutuyoruz. Yüreğine çektiğimiz sevgi kadar veremiyoruz dışarı.
Öpüşmelerimiz var,
bazen her anını dolu dolu yaşamak ve bir daha
unutmamak adına her saniyesini beynimize nakşettiğimiz,
bazense iğrendiren, mide bulandıran.
Buzdolabının kapağını açarız, boş boş seyrederiz ve kapatırız.
Amaçsızlık bünyemizi rehin alıyor,
ağzımıza bez bağlıyor, kafamıza çuval geçiriyor. Çırpınmıyoruz bile.
Bazen bir odaya gideriz ve niye gittiğimizi unutunca sanki o odayı daha önce görmemişiz gibi garipseriz.
Çöle düşüp, kutup ayısına sarılıyoruz.
Kalbimiz var bizim,
başımıza en çok belayı açan. Soyut düşünceleri somutlaştırdığımız organ.
Kimi zaman ağzımızın içinde çarpıyor hissi veren, kimi zamansa
durma noktasına gelen bizi biz yapan varlık.
Düşüncelerimiz var bak bir de,
kavga edecek kadar bağlandığımız, karşısındakini incitecek kadar müptelası olduğumuz,
küfrettiğimiz düşünceler...
Soyut düşüncelerin cezasını çeken somut varlıklarız hepimiz.
Eğlencelerimiz var,
kendimiz kahkaha çığlıkları atarken, ağlayanları göz ardı ettiğimiz.
Cildi yüzünden farklı gördüğümüz insanlar,
göz yapısı yüzünden garipsediğimiz,
yaratanın ona makul gördüğü vücut yapısını ayıplayan tiksindirici mahsulleriz.
Arkadaşlarımız var,
en ücra anımızı bile paylaşmak isteyeceğimiz,
arkadaşlarımız var,
yolda görsek selam vermeye çekineceğimiz.
Toplumu kademelendiren insanlar yüzünden başkasını kendimizden üstte veya altta görüyoruz.
Takım elbiselisinden palyaçosuna,
sokakta yaşayanından üniformalısına, gün geldimi aynı kumaşı öpeceğiz.
Bir kumaş parçası mı ötekilerden farklı kılan bizi?
Sadece kadınız, sadece erkeğiz.
Üryanken hepimiz eşitiz çünkü. İyilikten öte bir iz bırakamıyacağımız
yeryüzünde kötülüğün yoluna sapıyoruz.
Android telefonlardan götünün yemediği bir programı açmanı isteyince
''Malesef program durdu'' diye hata verir.
Farkımız mı var Android'den... Bizde gözümüzün korktuğu iş önümüze
gelince yolumuzu çeviririz. Oralı bile olmayız.
Çünkü kaçmak,
savaşmaktan daha kolaydır hepimiz için.
Ruhsal sıkıntılamız var mesela...
İçimizde yol çalışması varmış hisse veren...
Yaşıyoruz ama bilmiyoruz. Dünyevi zevkler dışında görmek istemiyoruz.
Çoğu zaman yaptıklarımızın amacı bile olmuyor mesela.
Düşünüyoruz, ben bunu yapıyorum ama neden yapıyorum diye...
Tıpkı bu yazı gibi. Yazıyorum ama nedenini bilmiyorum.
İçimden geldiği gibi davranmak, yalnızlık, bunalım, mutsuzluk, çaresizlik
her şeyi bu yazının çıkış noktası ilan edebiliriz.
Bir üst satıra çıkıp düzeltme bile yapmak gelmiyor içimden.
İlk defa senli değil, sizli hitap ediyorum. Yazı başlığını hep yazıyı yazdıktan sonra koyarım.
Sebepsiz yere kaleme aldığım tüm bu satırların başlığı
tüm gereksizliğime rağmen
zaman ayırıp beni okuduğunuz için size özel olsun.
Evet, ''Size Özel''

Diyorum ya, hoşuma gitti bu yazı şekli bir kere. Böyle devam.

Kalın sağlıcakla.

©Barney Sikkinson.

Öperun.