Takma dişe sahip olan insanın yediği yemekle
senin tuzsuz yediğin yemeğin, asitsiz içtiğin kolanın,
çorapsız giydiğin spor ayakkabının
hemen hemen hiçbir farkı yoktur. Sevmediği yemeği yemek zorunda olan
birisi yediğinden ne kadar zevk alıyorsa;
bu kişi de yediği yemekten o kadar zevk alıyordur.
İşte bende tam böyleyim. Hayattan zevk aldığım yerlere
biri ısrarla takma diş takıyor sanki.
Mutlu olamıyorum.
Mutlu olabilmem için önüme engel olarak geçen
o takma dişi çıkarıp su dolu bardağın içine koyamıyorum.
Beni mutlu eden şeyleri elimden kaybetmeye o kadar alışmışım ki;
mutlu olunca bile düşünüyorum acaba bu da
elimden kaçıp gidecek mi diye.
''Elmas nasıl ki yontulmadan kusursuz olmazsa,
insan da acı çekmeden olgunlaşmaz.'' der Konfüçyus.
Acı çekmeyi seven kaç kişi var diye sormaz ama.
Mutsuz olan insanın karnındaki tuğlayı sorgulamaz.
Ne yani lan?
Keşiş mi olalım? Keçeli kemerde isterler mi beyefendiler?
Güneş diğer yarım küreyi aydınlatmayı bırakana
kadar uyuyamıyorum.
Uykunun en güzel yerinde namaza davet eden
hocanın sesini duymadan
uyuduğum gün var mıdır bilmiyorum.
Operatör mesajı haricinde telefonumu titreten biri de yok hayatımda.
Kitaplardaki karakterlere,
sokaktaki karaktersizlerden daha çok önem veriyorum.
Her okuyuşumda zihnimi yurt dışı turnesine götüren kitapları,
kafelerde akşama kadar içi boş muhabbetler yapıp,
fütursuzca zaman öldürenlere tercih ediyorum.
Zira, Adem'den gelme bedenimin,
Allah'tan gelme ruhumun bana bir hiç uğruna verilmediğini
bilecek kadar açık görüşlü olduğum kanaatindeyim.
Yaşam tarzı olarak öğrenmeyi seçtiğim,
Dünya'nın varoluşundan itibaren sadece milyonda birlik zaman diliminde yaşayacak biri olarak
istediğim izi bırakamayacağımı bildiğim halde
her gün okumaya, kendimi geliştirmeye devam ediyorum.
Nasihat verme lüksüne sahip olmadığımı bildiğim için
bunları benden sana bir tavsiye olarak görmen tek temennim.
Akıl denen kavramın sonradan kazanılabildiğini idrak edebilen kaç akıllı var dünyada?
Karşılık beklemeden iyilik yapabilecek kaç hayırsever var?
Hayranı olup her gün sözlerini tweetlediğin insanlar,
zamanında tıpkı senin gibi yan gelip yatarak telefonla oyunlar oynasaydı,
hangisinin ismini bilirdin şimdi?
Şimdi gelip de ''O zaman telefon mu vardı yaa'' gibi siktiriboktan bir eleştiri yapma,
suratının toynağına sıçarım.
Nietzsche haykırmasaydı ''Bırak tüm duygularını, God is dead'' diye,
vermeseydi Freud ''Hayatta her şey şehvet'' öğüdünü,
karşılaşmasaydı eğlenirken Dante Beatrice'le,
koşmasaydı peşinden Milena'nın Kafka,
kaçının adını duyardın bu zamanda?
Başarının kaynağında ya çalışkanlık ya da yavşaklık yatar.
Yavşak olup badem bıyıklıların, takım elbiseli palyoçaların
peşinden gitmek mi istersin,
Çalışkan olup yalakaları peşinden sürüklemek mi?
Başarının bütün olduğunu kavrama iradesi senin elinde,
sadece farkında değilsin. Birisi gelip senin iradeni
sorgularsa işte o zaman farkına varırsın.
Kendi iradenin kaptanı olduğun vakit olmaya başlamışsın demektir.
Peki, hangimiz irademizi en fırtınalı havada bile terk etmeyecek biriyiz?
Kısa bir örnekle açıklayayım.
Kimsesiz ve körkütük bir sarhoş, karşısında kendisiyle yatmak isteyen
çıplak bir kadın görürse ne yapar?
Kabul etmemesi için hiçbir sebep yokken nefsine hakim olabilir mi?
Kendini o adamın yerine koy. Sen olsan nefsine hakim olabilir miydin?
Hayır kardeşim olamazdın.
Deyim yerindeyse kütür kütür götürürdün.
Az önce sana ''İradeni başkası sorgularsa farkına varırsın'' dedim.
Evet şimdi şimdi farkına varmaya başladın işte.
Ben öncü olayım ve kendi iradeni kendin yönetmeye başla.
Senin bugün elinden sürekli telefonu düşürmemen,
bilgisayar başında sabahlaman,
hepsi ama hepsi senin iraden için yapılmış bir dayatmadır.
Çoğu distopyalarda insanların ''Teknoloji çağı'', ''Popüler kültür'' başlıkları altında
yönetileceği anlatılır. George Orwell'ın 1984'ünde bahsedilen teknolojiye ayak uydurma hevesi,
zihin törpüsünün başlangıcıdır.
Evet bu sana çok zor gelebilir.
Saatlerce facebookta takılmaktan, tweet atmadan duramayan,
whatsappta online olmadan, foursquare de check-in yapmadan duramayan
biri olarak bu anlattıklarım sana aşırı aşırısı saçma gelecektir.
Çünkü şu an ben senin rutin olarak yaptığın şeylerin zıttını iddia ederek
bir nevi senin iradeni sorgulamış oluyorum.
İçimizden hangimiz Asphalt oyununun yeni sürümünü beklemek yerine,
sevdiğimiz bir yazarın yeni çıkacak kitabını takip ediyoruz?
Ve gariptir ki,
bu toplumda,
kitap okuyan, araştırma yapan, bilgi dağarcığını geliştirmek isteyen kişiler ''Banel'' diye yaftalanır.
Kitap okuyan insan sıkıcıdır.
Kitap okuyan insan eğlenceli değildir.
Kitap okuyan insan içine kapanıktır.
Evet amına koyim içine kapanıktır. Sizin gibi insan demolarından daraldığı için,
sizin gibi kahrolası yavşakları sevmediği için içine kapanıktır. İtirazın mı vardı?
Adapte olmakta çığır açmış lanet olası federaller sizi.
Flappy Bird oynamadan herkes küfrediyor diye küfreden,
Vine izlemeden herkes gülüyor diye gülen,
Facebook ilk açıldığında Cia'den korkup ayarlardan tüm her şeyi gizleyen, yıllar geçtikçe
Foursquare'de tuvalette bile check-in yapan libidosundan su çektiğimin kavatı,
nerde kaldı lan senin Cia korkun? Yıllar ne çabuk adapte etti seni soktuğumun popülarizmine?
Facebookta Malcolm X'in, Bob Marley'in sözünü paylaşmaya benzemiyormuş di mi bu işler?
Adamı böyle alaşağı ederler eşek gözlüm.
Amerika bizi izliyor diye kork; ama git her delikte check-in yap.
Akıl karmaşasını siktiğimin andavalı.
Kusura bakmayın olum, aklım almıyor benim. Banel mi dersiniz,
geri kafalı mı dersiniz bilemem. Teknolojinin nimetlerinden adam gibi faydalanan
kaç babayiğit var? El kaldırın lan.
Şu blogda yazdığım şeylerin çoğunu internetten bulduğum kaynaklardan okudum ben.
Zira, Soğuk Kahve'de yazmıyor böyle gerçekler,
Bukre anlatmıyor bana hayatın gerçeğini.
Böyle gerçeklerden uzak ucuz yaşamaya devam edersek eğer
bir gün hayat gelir öyle bir kroşe çakar ki nerden geldiğini anlayamayız.
Gözümüzü açmanın zamanı geldi de geçiyor bile.
Kendi farkını kendin yaratamaz mısın yani?
Yaşamayı mecburi kılan bu iki kapılı handa son kapıdan çıkarken
göğsümüzü gere gere çıkabilmek için ne yaptık tüm yol boyunca?
Baltaya sap olalım diye debelenirken baltayı taşa vurduk hepimiz.
Zaman yok diye bahane edenler, cahilliğine kılıf uyduranlardır.
Japonların az uyuduğunu duyunca şaşırırız de mi? Küçük bir matematik
hesabı yapayım bakalım sen şaşıracak mısın,
Günde en az 8 saat uyuyorsun diyelim,
bu ortalama 60 senelik bir ömrün
20 senesini uyuyarak geçirdiğinin göstergesidir. Kendine ayırmak için kaldı 40 senen.
Japonlar, yani bilim ve teknolojide üst sınıf olan insanlar
günde en fazla 4 saat uyur.
Bu da 60 senelik bir ömrün 10 senesine denk gelir.
Bunun sonucunda Japonlar ortalama bir yaşantıda bizden tam
10 sene daha çok yaşamış olurlar.
Kapiş?
2 sene öncesine kadar kitap okumayı sevmeyen,
5 satırlık yazıyı okumaya üşenen,
kafelerde, arkadaşlarımın evinde, eğlence kulüplerinde sabahlayan biri olarak ben
bunları diyorsam, ordan çıkıp bana kimse bu karşı olduklarımın haklı yönlerini savunamaz.
Gene diyorum, genç yaşıma rağmen çoğu şeyi yaşamış,
eğlencenin dibine vurarak gününü gün etmiş biriyken
okumaya açıldığım bu okyanusun sonunu bulamayacağımı bildiğim halde
her gün okumaya devam edeceğim.
Okudukça ne kadar cahil, zihnini kendi ellerinle ne kadar törpülediğini göreceksin.
Edindiğin her bilgide bakış açın değişecek,
sana takılmak istenilen at gözlüğünü atıp
hayata google glass tadında bakacaksın.
Dinlediğin müzikten tut da giydiğin elbiseye kadar
seni aptallaştırmak için uğraşan her şeye bir siktir çekmenin zamanı gelmedi mi?
Yahu Justin dinlemesen de olur, Miley Cyrus'a hayran olmasan da olur.
Obey yazılı şapkayı takmasan hiçbir şey değişmez hayatında. Bu her şeye sahip olma
isteği nereden geliyor amk?
Rihanna'nın elbisesini konuşsan ne konuşmasan ne? Çok mu sikindesin Rihanna'nın?
Popüler kültürünüzün amına koydurtmayın.
Yaşamak için atıldığımız dünya denen havuzda boğulmayalım.
Çırpınmaya başlayalım.
Belli mi olur...
Bakarsın yüzme öğretir kitaplar bize?
Bu yazı şekli de hoşuma gitmedi değil.
Yaza bomba gibi yazılarla geliyorum. Serdar Ortaç gibi oldu ama neyse.
Kalın sağlıcakla.
©Barney Sikkinson.
Öperun.
Mutlu olamıyorum.
Mutlu olabilmem için önüme engel olarak geçen
o takma dişi çıkarıp su dolu bardağın içine koyamıyorum.
Beni mutlu eden şeyleri elimden kaybetmeye o kadar alışmışım ki;
mutlu olunca bile düşünüyorum acaba bu da
elimden kaçıp gidecek mi diye.
''Elmas nasıl ki yontulmadan kusursuz olmazsa,
insan da acı çekmeden olgunlaşmaz.'' der Konfüçyus.
Acı çekmeyi seven kaç kişi var diye sormaz ama.
Mutsuz olan insanın karnındaki tuğlayı sorgulamaz.
Ne yani lan?
Keşiş mi olalım? Keçeli kemerde isterler mi beyefendiler?
Güneş diğer yarım küreyi aydınlatmayı bırakana
kadar uyuyamıyorum.
Uykunun en güzel yerinde namaza davet eden
hocanın sesini duymadan
uyuduğum gün var mıdır bilmiyorum.
Operatör mesajı haricinde telefonumu titreten biri de yok hayatımda.
Kitaplardaki karakterlere,
sokaktaki karaktersizlerden daha çok önem veriyorum.
Her okuyuşumda zihnimi yurt dışı turnesine götüren kitapları,
kafelerde akşama kadar içi boş muhabbetler yapıp,
fütursuzca zaman öldürenlere tercih ediyorum.
Zira, Adem'den gelme bedenimin,
Allah'tan gelme ruhumun bana bir hiç uğruna verilmediğini
bilecek kadar açık görüşlü olduğum kanaatindeyim.
Yaşam tarzı olarak öğrenmeyi seçtiğim,
Dünya'nın varoluşundan itibaren sadece milyonda birlik zaman diliminde yaşayacak biri olarak
istediğim izi bırakamayacağımı bildiğim halde
her gün okumaya, kendimi geliştirmeye devam ediyorum.
Nasihat verme lüksüne sahip olmadığımı bildiğim için
bunları benden sana bir tavsiye olarak görmen tek temennim.
Akıl denen kavramın sonradan kazanılabildiğini idrak edebilen kaç akıllı var dünyada?
Karşılık beklemeden iyilik yapabilecek kaç hayırsever var?
Hayranı olup her gün sözlerini tweetlediğin insanlar,
zamanında tıpkı senin gibi yan gelip yatarak telefonla oyunlar oynasaydı,
hangisinin ismini bilirdin şimdi?
Şimdi gelip de ''O zaman telefon mu vardı yaa'' gibi siktiriboktan bir eleştiri yapma,
suratının toynağına sıçarım.
Nietzsche haykırmasaydı ''Bırak tüm duygularını, God is dead'' diye,
vermeseydi Freud ''Hayatta her şey şehvet'' öğüdünü,
karşılaşmasaydı eğlenirken Dante Beatrice'le,
koşmasaydı peşinden Milena'nın Kafka,
kaçının adını duyardın bu zamanda?
Başarının kaynağında ya çalışkanlık ya da yavşaklık yatar.
Yavşak olup badem bıyıklıların, takım elbiseli palyoçaların
peşinden gitmek mi istersin,
Çalışkan olup yalakaları peşinden sürüklemek mi?
Başarının bütün olduğunu kavrama iradesi senin elinde,
sadece farkında değilsin. Birisi gelip senin iradeni
sorgularsa işte o zaman farkına varırsın.
Kendi iradenin kaptanı olduğun vakit olmaya başlamışsın demektir.
Peki, hangimiz irademizi en fırtınalı havada bile terk etmeyecek biriyiz?
Kısa bir örnekle açıklayayım.
Kimsesiz ve körkütük bir sarhoş, karşısında kendisiyle yatmak isteyen
çıplak bir kadın görürse ne yapar?
Kabul etmemesi için hiçbir sebep yokken nefsine hakim olabilir mi?
Kendini o adamın yerine koy. Sen olsan nefsine hakim olabilir miydin?
Hayır kardeşim olamazdın.
Deyim yerindeyse kütür kütür götürürdün.
Az önce sana ''İradeni başkası sorgularsa farkına varırsın'' dedim.
Evet şimdi şimdi farkına varmaya başladın işte.
Ben öncü olayım ve kendi iradeni kendin yönetmeye başla.
Senin bugün elinden sürekli telefonu düşürmemen,
bilgisayar başında sabahlaman,
hepsi ama hepsi senin iraden için yapılmış bir dayatmadır.
Çoğu distopyalarda insanların ''Teknoloji çağı'', ''Popüler kültür'' başlıkları altında
yönetileceği anlatılır. George Orwell'ın 1984'ünde bahsedilen teknolojiye ayak uydurma hevesi,
zihin törpüsünün başlangıcıdır.
Evet bu sana çok zor gelebilir.
Saatlerce facebookta takılmaktan, tweet atmadan duramayan,
whatsappta online olmadan, foursquare de check-in yapmadan duramayan
biri olarak bu anlattıklarım sana aşırı aşırısı saçma gelecektir.
Çünkü şu an ben senin rutin olarak yaptığın şeylerin zıttını iddia ederek
bir nevi senin iradeni sorgulamış oluyorum.
İçimizden hangimiz Asphalt oyununun yeni sürümünü beklemek yerine,
sevdiğimiz bir yazarın yeni çıkacak kitabını takip ediyoruz?
Ve gariptir ki,
bu toplumda,
kitap okuyan, araştırma yapan, bilgi dağarcığını geliştirmek isteyen kişiler ''Banel'' diye yaftalanır.
Kitap okuyan insan sıkıcıdır.
Kitap okuyan insan eğlenceli değildir.
Kitap okuyan insan içine kapanıktır.
Evet amına koyim içine kapanıktır. Sizin gibi insan demolarından daraldığı için,
sizin gibi kahrolası yavşakları sevmediği için içine kapanıktır. İtirazın mı vardı?
Adapte olmakta çığır açmış lanet olası federaller sizi.
Flappy Bird oynamadan herkes küfrediyor diye küfreden,
Vine izlemeden herkes gülüyor diye gülen,
Facebook ilk açıldığında Cia'den korkup ayarlardan tüm her şeyi gizleyen, yıllar geçtikçe
Foursquare'de tuvalette bile check-in yapan libidosundan su çektiğimin kavatı,
nerde kaldı lan senin Cia korkun? Yıllar ne çabuk adapte etti seni soktuğumun popülarizmine?
Facebookta Malcolm X'in, Bob Marley'in sözünü paylaşmaya benzemiyormuş di mi bu işler?
Adamı böyle alaşağı ederler eşek gözlüm.
Amerika bizi izliyor diye kork; ama git her delikte check-in yap.
Akıl karmaşasını siktiğimin andavalı.
Kusura bakmayın olum, aklım almıyor benim. Banel mi dersiniz,
geri kafalı mı dersiniz bilemem. Teknolojinin nimetlerinden adam gibi faydalanan
kaç babayiğit var? El kaldırın lan.
Şu blogda yazdığım şeylerin çoğunu internetten bulduğum kaynaklardan okudum ben.
Zira, Soğuk Kahve'de yazmıyor böyle gerçekler,
Bukre anlatmıyor bana hayatın gerçeğini.
Böyle gerçeklerden uzak ucuz yaşamaya devam edersek eğer
bir gün hayat gelir öyle bir kroşe çakar ki nerden geldiğini anlayamayız.
Gözümüzü açmanın zamanı geldi de geçiyor bile.
Kendi farkını kendin yaratamaz mısın yani?
Yaşamayı mecburi kılan bu iki kapılı handa son kapıdan çıkarken
göğsümüzü gere gere çıkabilmek için ne yaptık tüm yol boyunca?
Baltaya sap olalım diye debelenirken baltayı taşa vurduk hepimiz.
Zaman yok diye bahane edenler, cahilliğine kılıf uyduranlardır.
Japonların az uyuduğunu duyunca şaşırırız de mi? Küçük bir matematik
hesabı yapayım bakalım sen şaşıracak mısın,
Günde en az 8 saat uyuyorsun diyelim,
bu ortalama 60 senelik bir ömrün
20 senesini uyuyarak geçirdiğinin göstergesidir. Kendine ayırmak için kaldı 40 senen.
Japonlar, yani bilim ve teknolojide üst sınıf olan insanlar
günde en fazla 4 saat uyur.
Bu da 60 senelik bir ömrün 10 senesine denk gelir.
Bunun sonucunda Japonlar ortalama bir yaşantıda bizden tam
10 sene daha çok yaşamış olurlar.
Kapiş?
2 sene öncesine kadar kitap okumayı sevmeyen,
5 satırlık yazıyı okumaya üşenen,
kafelerde, arkadaşlarımın evinde, eğlence kulüplerinde sabahlayan biri olarak ben
bunları diyorsam, ordan çıkıp bana kimse bu karşı olduklarımın haklı yönlerini savunamaz.
Gene diyorum, genç yaşıma rağmen çoğu şeyi yaşamış,
eğlencenin dibine vurarak gününü gün etmiş biriyken
okumaya açıldığım bu okyanusun sonunu bulamayacağımı bildiğim halde
her gün okumaya devam edeceğim.
Okudukça ne kadar cahil, zihnini kendi ellerinle ne kadar törpülediğini göreceksin.
Edindiğin her bilgide bakış açın değişecek,
sana takılmak istenilen at gözlüğünü atıp
hayata google glass tadında bakacaksın.
Dinlediğin müzikten tut da giydiğin elbiseye kadar
seni aptallaştırmak için uğraşan her şeye bir siktir çekmenin zamanı gelmedi mi?
Yahu Justin dinlemesen de olur, Miley Cyrus'a hayran olmasan da olur.
Obey yazılı şapkayı takmasan hiçbir şey değişmez hayatında. Bu her şeye sahip olma
isteği nereden geliyor amk?
Rihanna'nın elbisesini konuşsan ne konuşmasan ne? Çok mu sikindesin Rihanna'nın?
Popüler kültürünüzün amına koydurtmayın.
Yaşamak için atıldığımız dünya denen havuzda boğulmayalım.
Çırpınmaya başlayalım.
Belli mi olur...
Bakarsın yüzme öğretir kitaplar bize?
Bu yazı şekli de hoşuma gitmedi değil.
Yaza bomba gibi yazılarla geliyorum. Serdar Ortaç gibi oldu ama neyse.
Kalın sağlıcakla.
©Barney Sikkinson.
Öperun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder